31 Mayıs 2013 Cuma

Hüzün de Yakışır Bize ve Müthiş: 'Kum Sanatıyla Kabe'

"Eğer çıkmak zorunda olmasaydım, senden ayrılmazdım"
Hüzün kokulu bu cümle Efendimiz'e ait.( sallallahu aleyhi vessellem )
Kavmi onu memleketinden hicret etmeye mecbur edince, başını arkaya çevirmiş ve ıslak gözlerle Kabe'ye bakarak bu cümleyi söylemişti.

....

Demek illa ki olacak hüzün... İlla ki ortaya birşeyler konacak, birşeyler özlenecek, illa ki bir yerler yarım kalacak... Çünkü tam olmak için cennetler lazım insanoğluna, Allah'ın zâtı lazım!... Bu dünyadaysa herşey yarım. Bir yeri tamamlasak başka yeri açık kalıyor. Elimizdeki örtü her şeyi örtmeye yetmiyor!

Bu hüzün yolu O'nun (sav) yolu demek... O zaman kardeş yapalım mı hüzünle mutluluğu?:)) hüzün de gönül tahtımızın sultanı olsun ne dersiniz? Zaten bizim mutlululuğumuzun adı
'yetinmek', öyle değil mi? Bu dünyada olabilecek en güzel mutlulukların anahtarı...
....



Yerde insanların tavaf ettiği gibi, göklere kadar da meleklerin tavaf ettiği bu kıymetli bina, öyle özel ki, ilk görüldüğünde edilen duaların kabul edileceği rivayet ediliyor...
Meleklerin kanatlarını ayağının altında kaldırım taşı gibi kullanan Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vessellem) Kabe'ye olan özlemi, belki o güne kadar kıble olarak Mescid-i Aksa'ya yönelen müminlerin yönünün, inen ayetlerle Kabe'ye çevrilmesiyle bir nebze olsun azalmıştı. Evet, o ikisi arasında aşık maşuk ilişkisi vardı ve bu ayet Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem ) için bir müjde niteliğindeydi.

“Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. Artık seni, râzı olacağın bir kıbleye döndüreceğiz…”
(Bakara sûresi, 2/144)”

Evet O, nezahetle başını göğe çeviriyor, 'ne zaman Allah'ım?' diye intizar ediyor ve beklediği cevap da bu ayet-i kerimeyle gelmiş oluyordu.

'Neden en baştan beri Kabe değildi?' diye soracak olursak da, 'Medinedeki yahudilerin kalplerinin İslama ısınması için' diye cevap verebiliriz. (Kurandan İdrake Yansıyanlar kitabında bu şekilde cevap verilmiş bu soruya)

Rabbim hepimize nasip etsin dünya gözüyle görmeyi, amin..

....

Şimdi sizlere, izleyince önce hayran olduğum, sonra imrendiğim, 'keşke benim elimden de böyle güzellikler gelse' dediğim ve insan denen gerçeğe birkez daha hayran olduğum bu videoyu paylaşmak istiyorum.

Bu videoyu izledikten sonra kum sanatına  bir kere daha hayran kaldım...

Eğer video çalışmazsa youtube'a 'kum sanatı Kabe' yazın çıkan ilk videoyu tıklayın...




Devamını oku...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir Gönül İnsanı ve Amerikan Usûlü Kabak (Tatlısı?)

Başlıkta adı geçen kabak bu: 



 Ama önce sizinle paylaşmak istediğim başka düşüncelerim var;

Memleketimden kilometrelerce uzakta da olsam, -bana memleket sıcaklığını hem de aynı dili konuşamıyor olsak bile- hissettiren bir insan var... 
Arnavut kökenli bu sevimli insanın ismi Zahide Abla ve Türkçe bilmese de, hatta muhetemlen İngilizce konuşamasanız da anlaşabileceğiniz, samimiyetini hissedebileceğiniz bir insan...
Uzun yıllar önce buraya gelip yerleşmiş, oldukça varlıklı bir aileye gelin gitmiş, gönlü sıcak kalbi temiz bir insan Zahide abla. 
Buraların oldukça zengin sahil semtlerinden birinde oldukça kaliteli bir restoranları ve daha bilmediğim kimbilir daha ne işyerleri var.. Bahsi geçen semtte bahsi geçen restoranın karşısında bir de kiraya verdikleri bir işhanları var bu ailenin. Ve işte Zahide abla bu işlek caddede, sahile sadece beş dakika olan mesafedeki bu işhanının altını bir mescid yapmış. Mescid dediysem öyle imamı falan yok... Hatırı sayılır büyüklükteki bu mescidin anahtarını herhalde kırk kişiye vermişimdir diyor Zahide abla... Cevrede namaz kılmak isteyip de yer bulamayan insanlar geliyorlarmış buraya... İnsanlar secde edecek yer bulsun diye burayı tahsis etmiş yani.. 
Bir de Pazar günleri tanıdıklarını topluyor ve Endenozyalıdan Bangladeşlisine, Bosnalıdan Libyalısına, Kosovalıdan Makedonyalısına, Türkünden Arnavutuna bu 'sister'lar bir araya gelip bildikleri kadarıyla dini sohbet yapıyorlar. Ve Zahide abla bu insanlara her Pazar, hatırı sayılır bir menüden oluşan yemekler hazırlıyor. Hazırlarken yardım için yanına gittiğimde hep "dava, dava" diyor:) yani demek istiyor ki, 'bütün bunları belki bir iki insan fazla gelir de üç beş kelam öğrenir diye hazırlıyorum' ...
Sizin de aklınıza Hz Hatice geldi değil mi?
Sonra sofrada oturup huzurla yemek yerken de 'inşallah cennet sofra Ya Rab' diyor:))
Öyle tatlı ki...

Tabi ki böyle varlıklı bir aile olunca evleri de oldukça güzel... Bizim boğazdaki yalılara benziyor:)) bakın bu fotoğraf evin içinden çekildi: 




Evindeyken onunla alakalı bir yazı yazmak yoktu aklımda ondan daha güzel fotoğraflarım yok ama sanırım bu da evin nasıl bir yerde olduğunu anlatıyor. Kendi de öyle mütevazi ki (maşallah) kıyafetinden bile asla anlamazsınız zengin olduğunu. Her hali dünyada gözü olmadığını belli ediyor.
İyi ki Türkçe bilmiyorsun ablam, yoksa bu kadar rahat yazamazdım;)

Evine gittiğimizde muhakkak önünüze çeşit çeşit ikramlar, çerezler, meyveler, çocuklar için oyuncaklar ve televizyonda Türk kanalları açılıyor:) gerçi bu gidişimde annem umrede diye canlı yayın Kabeyi açtı sağolsun:))

Gel gelelim bu ablamızın işte bu anlattığım kadar güzel ve şatafatlı hayat içinde, gözüne baktığınızda ilk öne çıkan duygunun 'hüzün' olduğunu görüyorsunuz... Dertli, acılı olduğu her halinden belli.. Sanırım 6 yıl önce oğlu trafik kazasında vefat etmiş ablamın, bir de torun bırakmış ona... İşte oğlu bu gidişiyle dünyadan nazarını öteye çevirtmiş annesine... Sanki uzaklara aitmiş de yakınlarda hapsolmuş gibi bir hali var hep...

İşte kavanoz dipli dünya ( ne demekse bu deyim de) ona da göstermiş yüzünü.  Hamdolsun ki, ağlayıp hayata küsmek yerine o ağlayıp öteye gözünü dikmeyi tercih etmiş. Öyle belli ki gitmek istediği... Ahiretine yatırım için de elindeki her imkanı kullanıyor maşallah. Kimi insan içmeye, eğlenmeye dalar, unutmayı seçer kimi de işte böyle gitmeye hazırlık yapar, muhabbet eder...

Gözyaşı her an akmaya hazır olsa da, kelimeleri neşe dolu: bir 'I love you' deyip sarılışı var ki sormayın:)))

Kabağa nasıl geçiş yapacağımı merak ediyorsunuz değil mi?:)))

İşte bu Zahide abla var ya çevrede 'çok iyi aşçı' olarak biliniyor. Ben de kabağın bu halini ondan öğrendim. Getirdi önüme tabağı, çekinerek bir çatal attım ve sonra bir çatal daha....sonra çaktırmadan birkaç dilim daha aldım:)) sevdim yani... Sonra aramızdaki diyalog şu şekilde devam etti. Bu arada malzemeleri ve tarifi vermiş olacağım, dikkatinize:))

'Nasıl pişirdin abla bunu?'
'Dilimle fırına koy, çok kolay' 

Allah'ım kabuk bile soymuyorsun...

'Kaç derece?'
'Bilmem ki 375 f falan'
'Kaç dakika'
'Böyle (parmağıyla kabağa bastırıp)yumuşayana kadar'

Dönüşte işte bu kabağı aldım: 




Ve doğrayıp, pişirdim yumuşayınca da çıkarttım. Kızım da dahil biz çok sevdik.
Anneme sordum 'Türkiyede bu kabaktan var mi' diye ama annem 'var ama biz onu bükmeye (gözleme) katarız, öyle yenmez, oranın toprağı farklıdır ' dedi. Denemesi size kalmış, Amerikadakilereyse tavsiye ediyorum gerçekten... Şeker bile eklemiyorsun, oldukça sağlıklı....

Not: Başlıktaki soru işaretinin sebebi de bu; bu kabak tatlı desem değil, yemek desem hiç değil....

Afiyet olsun:)))
Devamını oku...

28 Mayıs 2013 Salı

Namazda Huşuyu Elde Etmenin Yolları: Namaz Kılarken Aklınıza Hep Dünyalık Düşünceler mi Geliyor? (6)

Namaz Serisi 1  2  3  4  5  6  7

Huzûra Giderken Ayağımıza Takılanlar

Dikkatimizi Dağıtan Çevresel Faktörler!

Şimdiye kadarki yazılarımızda hep kalbimizi yumuşatmaya çalıştık. Rabbimizle ilişkimize vurgu yaparak, namaza gelişlerimizi daha anlamlı hale getirmeyi denedik. Çünkü namazda aslında yüzümüzü O'na doğru çeviriyoruz. Amacımız daha namaza gelmeden içimizdeki gafletten kurtulup kalbimizi bu buluşmaya hazır hale getirmekti. Böylece de namazımıza yeni bir anlam kazandırmaktı...

Malesef çoğumuz için namazda dikkatimizin dağılması çok kolaydır. Evet, Allah'dan korkuyoruz, rahmetinden ümitvarız, fakat hala konsantre olamıyoruz. Hiç olmadık, basit şeyler namazda aklımıza geliyor; kaybettiğimiz anahtarı nereye koyduğumuzu hatırlıyor, belki bazen dünyayı kurtarıyor, bazen sadece yemekte ne pişireceğimizi düşünüyoruz... Bütün bunlar ellerimizi kaldırıp "Allahu Ekber" dediğimiz anda aklımıza hücum ediyor ve namaz bitene kadar da bizi rahat bırakmıyor...  Ama neden?

Belki de bizi bu alakası düşüncelerden kurtaracak en etkili yol, sadece huzurda bulunduğumuz şuuruyla eda ettiğimiz kadar sevap alacağımızı bilmektir. 'Namaz esnasında bu düşüncelerle doluysak namazımız geçerli mi' diye soracak olsak, vereceğimiz cevap 'evet geçerli' olur. Fakat namazdan elde ettiğimiz sevap hasılatını düşünecek olursak, kesinlikle arada ciddi fark olacaktır. Resulullah (sav) buyurmuştur:

"Bir kul namaz kılıyor olabilir ama bu namazdan belki sadece onda biri, veya dokuzda biri, veya sekizde biri, veya yedide biri, veya altıda biri, veya beşte biri, veya dörtte biri, veya üçte biri veya yarısı onun olur" (Ebu Davud, Ahmed)

 Bunun sebebi de şu hadiste izah edilmiş:

ليس للمرء من صلاته إلا ماعقل منها

"Kişi namazında sadece bilinçli olarak kıldığı kısımlardan sevap kazanır." (Ebu Davud)

Lütfen vazgeçme eğiliminde olan nefsimize bunu bir fırsat olarak verip, "belki de hiç kılmamalıyım" diye düşünmeyelim olur mu? Yakıcı çöllerde seyahat eden ve ayağındaki ayakkıbıların teki yırtılan bir yolcu düşünün. Bu yolcu dese ki "Nasılsa bir ayağım yanıyor öteki de yansa ne olur ki, öbür ayağımda yansın varsın" deyip diğer ayakkabıyı tamir etmek yerine diğer ayakkabısını da çıkarsa biz bu insana ahmak demez miyiz? İşte namazdan tamamen vazgeçen insanın hali bu insanın haline benzer...

(Bir yerde okumuştum: üç çeşit namaz vardır; 
1. Sahabe boyutlu kılınan namaz ki bu serinin ikinci yazısında buna değindik.
2. Kötülüklerden koruyan namaz (bu da ilki kadar olmasa da gayet kıymetli sayılabilecek insanı koruyan namaz)
3. Sırf işin günahından kurtaran, namazdaki derinliklerin kıyısından geçemeyen namaz.)

Gizli Anahtar

Sonunda gizli anahtarı ortaya çıkarmanın vakti geldi. Zor değil ama -belki biraz fazla uğraşarak- namaz kılış şeklimizi değiştirecek bu anahtar. Anahtarın ne olduğunu açıklamadan önce kendimize şu soruyu soralım mı?: 'Genel olarak namazda huşuya en çok yaklaştığımız zaman dilimi hangisi?' Cevap kolay değil mi:" Ramazan". Peki Ramazan ayı içinde hangi zaman? Muhtemelen gece kalkıp da kıldığımız namazlarda... Ve daha çok namaz esnasında ettiğimiz (ettirildiğimiz) dualarda ne istediğimizi bilirsek.... İşte bu aslında hepimizin eline verilen gizli anahtar. 

Nasıl peki? İşte tam o esnada, biriyle konuştuğumuzu ve cevap beklediğimizi hissederiz. (Ve cevap beklediğimiz o Biri, hükmü herşeye geçen, en kuvvetli olan, içimdekileri ben anlatmadan hatta açıklama yapmadan bilen, beni benden çok seven, en gerçek dosttur) işte bunu hissetmek kalbimizi namazdan çok uzaklardayken yakınlara getirir... Ve işte bu nokta da namazdaki tadı aldığımız noktadır.... 

Gizli anahtar?  Üç basit mesele var aslında:

Rabbimizle konuşmak
Rabbimize hitab etmek
Rabbimizle halleşmek (söyleşmek) (burdaki kelime converse kelimesi, tam karşılığı ne bilemedim ingilizce bilen arkadaşlar düzeltebilir)

Resulullah  (ﷺ) buyurmuştur:

إذا كان أحدكم في الصلاة فإنه يناجي ربه

"Mümin namazını edâ ederken, direk Rabbiyle söyleşiyordur.." (Buhari,müslim)

Problem şu ki; biz namazımızın Rabbimizle olan irtibatımız olduğunu hissedemiyoruz. Dolayısıyla namaz bizim için bir monologdan öteye gidemiyor. Aslında, 'elhamdulillahi Rabbi-l alemin dediğimizde Rabbimizi yücelttiğimizi ve O'na şükrettiğimizi hissetmemiz lazım. Secdedeyken, O'na en yakın yere yükseldiğimizi ve O'nun kapısından başka kapımızın olmadığını düşünebilmemiz lazım. Dilimiz sadece ezberlediğimiz kelimeleri kalbimizden habersiz olarak söylerse namaz belli kalıplara hapsolmaktan öteye gidemez. 

Sadece Bir Makale Değil 

Bu makaleleri okuyup 'evet ne kadar doğru' deyip kafa sallamak çok kolay biliyorum. Belki bilmediğimiz bir iki şey öğrenmek ya da 'ben bunları zaten biliyorum' deyip geçmek de çok kolay. Var mısınız bu defa sadece okumak sadece bilmek yerine, okuduklarımızı ve bildiklerimizi hayata geçirmeye çalışalım. İsterseniz birbirimize şu somut adımlarla yadımcı olalım:

Kendinizi yakın hissettiğiniz bir partner bulun. Her namazdan önce birbirinize birazdan Allah'la konuşacağınızı hatırlatın. Daha da fazlası birbirinize Allah'a ne kadar şükretmemiz gerektiğini ve belki de günahlarımızdan tövbe etmeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatın...

Seccadenin üzerine adım attığınız an, ellerinizi tüm kalbinizle inanarak 'Allahu Ekber' demek üzere kaldırın. Bu dünyadan ayrıldığınızı, ruhunuzun Allah'a doğru çekildiğini ve samimi diyaloğunuza başladığını hayal edin. 

Başka hiçbir şeyin önemi yok o an, öyle değil mi??

Hem unutmayalım 'teveccühe teveccühle mukabele edilir...'

Yani kapıya gitmez, dahası kapıyı çalmazsak kapı niye bizim için açılsın ki....

Rabbim namazlarımızı Efendimiz'in ﷺ, sahabe efendilerimizin (radi Allahu `anhum) ve büyüklerimizin namazlarından eylesin... Amin


(Rabbimiz bizden fıtratımızı aşanı istemez, ne olur ki bu sefer gerçekten inanarak, isteyerek denesek... Kimbilir belki de taaaa dünyanın bir ucundan yazılan bu yazı Rabbimize yaklaşmanıza vesile olur, işte bu da bana en büyük hediye olur... :))

Aklınıza gelirse bana da dua edin ki O'nunla paylaşımlarınıza ortak olayım...

Selametle



Devamını oku...

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Hat Sanatı, El Yazısından Karakter Okuma ve Bir Kitap Tanıtımı

10 yıl kadar önceydi..

Değer verdiğim bir ablam gelip bana yeni başladığı hat yazısı sanatından bahsetmiş, aldığı dersler sonrası yaptığı çalışmaları göstermişti. O zamana kadar sadece eserlere bakıp hayranlık hisseden ben etrafımda bu meseleyle alakalı çaba gösteren biri olduğunu görünce mevzuyla oldukça ilgilenmiştim. O yaptığı çalışmalardan ve ders veren hocasından bahsettikçe ilgim daha da artmıştı. 

O anlattıkça ben, bir harf yazmak için bile önce kalben sonra da fiilen ne kadar çabalamak gerektiğini, sabrın bu sanatta ne kadar önemli olduğunu anlamış ve içimden 'keşke ben de yazabilsem' diye heveslenmiştim. Hele hocasının ne kadar mübarek bir zât olduğundan, öğretirken de bu işe sadece gönül işi olarak baktığından ve hiç karşılık beklemediğinden bahsedince hevesim daha da artmış, en azından beni de birgün derse götürmesini rica etmiştim. 


Ben hiçbir zaman -hassasiyet isteyen mevzularda bile- yavaş bir insan olamadım malesef. Sabırla çalışıp itina göstemek hep istediğim ama hiç beceremediğim bir haslet oldu benim için. Belki de o yüzden, belki de o dönem İstanbul'dan ayrılmak üzere olduğum için derslere devam etmeyi hiç düşünmedim ama o hat ustasıyla tanışmak benim için gerçekten çok özeldi...


Ne demişler: "Kur'an-ı Kerim Mekke'de indi, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı"


Sözleştiğimiz üzere beni alıp Sultan Ahmet yakınlarındaki işhanlarından birine götürdü. Oda, duvarlarının sanat eserleriyle dolu olduğu mütevazi bir odaydı. Dekarosyan olarak birkaç tabure ve tablodan ibaret olan o odadaki maneviyatı hala hissediyorum. Hafızası çok da kuvvetli olmayan ben malesef tablolardan sadece ikisini hatırlıyorum: "Uhud dağındaki ağlayan taşlar" ve Kabe'nin etrafında tavaf eden insanları temsil eden "vav" harfi...


Arkadaşım, hocasının bir özelliğinin de el yazılarına bakarak insan karakterlerini okuyabilmesi olduğunu söylediğinden hemen oracıkta bir kağıda bir cümle karalamış ve benim de karakterimi okumasını rica etmiştim...


Niye böyledir bilmiyorum... Niye bu kadar severiz kendimizi başkalarından dinlemeyi... Kendimizi tanımak için mi yoksa 'ben' kokan fıtratımızın bunları dinlemesinden hoşlandığı için mi? Gerçekten bilmiyorum... Ama o gün duyduklarım oldukça ilgimi çekmişti. Ne söylediyse doğru ifade etmiş, karakterimi gerçekten özetleyebilmişti. Hatta yakın geçmişimde yaşadığım acı bir olaydan çok etkilenmiş olabileceğimi de söylemiş ve şaşkınlığımı o zaman doruk noktaya taşımıştı. Demek el yazısı bir insanı bu kadar ele veren bir ispiyoncuydu???


Kimbilir daha neler var insanın kendini ele veren, bize kendimizi okumamız için bahşedilen...??


İşte o gün başladı el yazısından karakter okumaya ilgim... Bir ara gerçekten ilgilenmiş, araştırmış ve yavaş yavaş anlamaya da başlamıştım ama sonra üniversite hayatımın yoğunluğu bu ilgimin katili oldu ve bir daha da ilgilenme fırsatı bulamadım. Şimdilerde de hiçbirşey hatırlamıyorum malesef...


Ve birazdan size bahsedeceğim kitabı da işte bu hikayenin sonucu olarak almıştım: 


El Yazısındaki Sır: insanların Karakterlerini El Yazısından Deşifre Edin


               


 

 


Melih Arat, Esra Nur Erbil, Nurtaç Yelden ve Figen Peltek isimli dört yazarın yazdığı bu kitap gerçekten ilgi çekici...


İçindeki bölümlerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:


Marjlar

Satır Yönü

Satır Aralığı

Yazı Boyutu 

Hız

Açılar, Kemerler

Harf Bağları




 


Ayrıca kitapta Abdullah Gül'den Kraliçe 2.Elizabeth'e, Neşet Ertaş'dan Paris Hilton'a ünlülerin yazı analizleri var ki bu kısmı incelemek çok eğlenceli..


Hele suçluların ve seri katillerin el yazısı örneklerini görmek çok enterasan:))




 


En sonda da 'kendinizi test edin' bölümü var ve bu bölümde de örnek yazı tipleri verilmiş. Zaten her bölümün sonunda da test amacıyla konulan yazı örnekleri ve en sonunda da analiz edilmiş halleri bir diğer ifadeyle cevap anahtarı var...


Kitaptan örnek vermek adına kısa bir özellik anlatacak olursak, mesela;


Satır Yönü


Düz satır yönüne sahipseniz; (yani çizgisiz kağıda yazarken kelimeleriniz aşağı ya da yukarı gitmiyorsa hayata karşı dengeli bir tutum sergiliyorsunuz demektir. Gereksiz yere iyimser ya da kötümser değilsiniz anlamına gelir.


Satır yönünüz yukarı meyilliyse; yaşam enerjinizin  motivasyonunuzun yüksek, olumlu düşüncelere sahip olduğunuzu söyleyebiliriz.


Satır yönünüz aşağı yukarı meyilliyse; genel olarak pozitif bir ruh haline sahip olsanız da, daimi neşe ile bazı olayların üzerini örtüyor da olabilirsiniz.


Satır yönünüz aşağı meyilliyse; hayata olumsuz pencereden bakma eğilimbde olduğunuz söylenebilir. Çoğu kez kötümsersiniz ve kendinizi yorgun ve tükenmiş hissediyorsunuz. Bir projenin yahut içinde bulunduğunuz günün sonunda fiziksel enerjiniz ve motivasyonunuz düşüyor olmalı... Ayrıca depresif olma eğiliminde olduğunuz da söylenebilir.


Satır yönünüz dış bükey meyilliyse (u formu); bir projeye kötümser başlasanız bile zamanla endişelerinizin dağıldığını ve iyimserleştiğinizi söyleyebiliriz.


Satır yönünüz iç bükey meyilliyse (n formu); bu da tam tersi iyimser başlayıp kötümser bitirdiğiniz, kolay motivasyon kaybına uğradığınız anlamına gelir.


Satır yönünüz dalgalıysa; ruh haliniz sık değişiyor demektir. 


.....


Ben sadece bir bölümün özetini yapmaya çalıştım. Belki size ara ara ( mesela her seferinde bir özellik) diğer kaynaklarımdan da yararlanarak bu konuyla alakalı yazılar yazarım. Böylece siz de hem kendinizi analiz eder hem de etrafınızdakilerin el yazısını analiz ederek insanların dikkatini çekebilir ve onları mutlu edebilirsiniz.( inanın herkes buna bayılıyor:)) 



Devamını oku...

23 Mayıs 2013 Perşembe

Sevimli Fotoğraflarla İnsan Zekasının Görünen Hali:)

İnsan istedi mi neler yapıyor! 
Yeter ki kafaya koysun ortaya ne şirinlikler çıkıyor... 
Aşağıdaki resimlere bakınca insanın ne kadar zeki olabileceğini bir kere daha anladım, ben çok sevdim bu resimleri, belki siz de eğlenirsiniz diye paylaşıyorum:

Mesela bu çay tepsisi nasıl pratik bir icattır...


 

Ya bu toz alma yöntemine ne demeli:)


 

Bu şişe kapağı meselesi de çok akıllıca geldi bana..


 

Bu eldivenler de çok cici ve yapılası:)



 

Alın size kürek!!


 

Bunlar da farklı bakış açılarının sonuçları:)))



 


















 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 




 


 


 




 


 
Devamını oku...

19 Mayıs 2013 Pazar

Bu Güzelliğin Adı: Yeşil Göl


-Anne cennette her istediğimiz olacak mı?

-Orası cennet kızım, elbette olacak. Burda neyi seviyorsan orda daha güzeli olacak..

Bu cevabı aldıktan sonra kocaman çilekler hayal ettiğimi hatırlıyorum.(kocaman ama hormonsuz:))

Böyle uygun görmüş Sanatkâr, burdaki güzelliklere bakıp da asıl güzelliğin kaynağını isteyelim diye belki...

Hani cennete gidenler cennetteki güzellikleri görünce, bunları tanıyor gibiyiz ama burdakiler çok daha güzel diyecekmiş ya...

Ve hatta;

"Bu dünyada milyonlar sene güzel gecirilen ömürden daha kıymetli cennetin bir dakikası, cennetin milyonlar sene güzelligine sahip olmaktan daha kıymetli Rabbimizin cemâlini bir dakika seyretmesi..."

denir ya....

Mevzunun Matematiği bu şekilde, algılamayı aklınıza bırakıyorum...

.....

İşte aşağıda fotoğraflarını göreceğiniz bu güzelliğin adı yeşil göl ve bence tam da cennettekileri görünce 'bu güzellikler bize tanıdık geliyor' dedirtecek cinsten..

Yeşil Göl (Green Lake), New York'un Syracuse şehri sınırları içerisinde, Niagara şelalelerine gitmek üzere planladığınızda kesinlikle rotanıza dahil etmeniz gereken bir mekan. Biz malesef biraz vakitsiz gitmiş ve kano yapamamıştık ama normalde gölde gezinti de mümkün. 1928 den beri park olarak ziyaretçi kabul eden bu göl ve çevresi gerçekten etrafında saatler geçirilmeye değer... 
İnsanın aklına 'neden yeşil?' sorusu geliyor, biraz araştırdığınızda -eğer işin uzmanı değilseniz- bunun sebebinin içerisindeki bir takım kimyasal maddeler olduğunu anlamaktan  öteye gidemiyorsunuz. Bir de şu güzel, bu tarz göllerin özelliği ayna fonksiyonuna sahip olmasıymış yani etraftakilerin gölgesini gölün üzerinde görebiliyorsunuz ve bu da muhteşem bir manzara şölenine sebep oluyor...

İsteyen herkesin gidip görebilmesini diliyor ve sizi fotoğraflarla baş başa bırakıyorum...
























































Devamını oku...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Namazda Huşuyu Elde Etmenin Yolları: İnsan Güzeli Sever...(5)

Namaz Serisi  1  2  3  4  5  6  7

Daha önce de bahsettiğim gibi, bu postları ben yazmıyor, sadece tercüme ediyorum( kelime kelime olmasa da ana fikri tercüme ediyorum).Aslında herbiri içinde başka bir konu barındıran bu parçaları okurken,ancak gerçekten uygulamaya çalışırsak anlam kazanacağını düşünüyorum. Aslında niye sürekli duygulardan bahsediyor, artik namazın içine girse diye düşündüğüm zamanlar oluyor ve bazı parçaları atlamak istiyorum ama sonra namazın ne kadar derin ve önemli olduğunu, ondaki tadı yakalayabilmek için önce kalbimizi ve aklımızı hazırlamamız gerektiğini düşünüp kendimi durduruyorum...

İstifade edilmesi duasıyla...


En Derin Duygu

Bugün namaz konusunda daha da derinlere gideceğiz. Düşünecek olursak; şimdiye kadar huzurda olduğunun farkında olan bir kalbin öneminden, söylediklerimizi anlamamız gerektiğinden ve iki zıt duygudan bahsettik. (Korku ve ümit) bugün bu duygulara bir yenisini daha ekleyeceğiz inşallah. Bu ekleyeceğimiz duyguyla, namazımız 'kılayım da aradan çıksın' modundan kurtulup zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız kıymetli ve bereketli anlara sebep olacak... Belki de namaz bittiğinde başından sonuna sadece 10 dakika geçirdiğimizn bile farkında olmayacak, 'keşke bu anlar hiç bitmese' diyeceğiz....

(Bunun hayali bile beni heyecanlandırdı, düşünsenize günde beş defa namaz kılacağız ve her seferinde ruhumuz böyle ferahlayacak, imanda derinliği yakalamak bu olsa gerek)

İşte bu duygu, uğruna insanların dağları deldiği, göz aydınlığımız, onsuz kalbin ruhsuz bedenden hiçbir farkının olmadığı duygu...

Bu duygunun ne olduğunu biliyor muyuz? 

Aşk...(الحب)

Bazı insanların Allah'la (cc) ilişkisi emredilenleri yapıp, yasaklananlardan uzak durmaktan ibaret... Elbette böyle bir insan cehenneme gitmez... Elbette ki, emirlere uyup yasakları terketmeliyiz fakat bunlar korku ve ümitle yapılması gerektiği gibi, Allah aşkıyla da yapılması gerekir.

Cenab-ı Hakk buyurmuştur:

“Allah onların yerine öyle bir topluluk getirecek ki, Allah onları sever, onlar Allahı severler.”
 (Qur’an, 5:54).

Biliriz ki, âşık mâşukuna kavuştuğunda, yürekler hemdem olur ve aralarındaki herşey samimi ve içtendir. Peki ya namazımızda, bu hisleri bir gram da olsa hissedebiliyor muyuz acaba?

Başka bir ayet-i kerime:

“Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler.Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir.”(2,165)

(Son cümle gerçekten vurucu değil mi, insan ister istemez düşünüyor; Allah'a olan sevgimiz en büyük değilse mümin değil miyiz acaba diye..)

İnananların sevgisi herşeyden daha ileri ve kuvvetlidir... Namaza giderken hissettiğimiz duygu iştiyak olmalı, elimizi kaldırdığımızda içtenlikle O'nu hissedebilmeliyiz çünkü artık O'nun huzurundayız...
Resulullah'ın (sav) duası:

Senden Sana gelmek için iştiyak istiyorum... (Bisa'i, Hakim)

(Duana kurban olayım...)

Ibn El-Kayyum kitabında Allah'ın peygamberlerini ve mümin kullarını sevdiğini  ve onlarında Allah'ı sevdiğini ifade eder. Bu sevgi öyle bir sevgidir ki, başka hiçbirşeyin sevgisi bu sevgiyle aynı cümlede bile yer alamaz... Birinin anne babasına olan sevgisi de tabi ki özeldir, ayrı bir anlam taşır veya evlat sevgisi de... Ancak Allah sevgisi hepsinin ötesindedir!

Efendimiz (sav):

"Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: 

Bunlardan ilki şudur:

-Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesden fazla sevmek.

(Diğerlerini de ben hatırlatayım:

-Sevdiğini Allah için sevmek.

-Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek." )
(Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10)

Hiçbirşey O'na benzemediğinden, hiçbirşeyin sevgisi de O'na benzeyemez...

Eğer bu sevgiyi, aşkı hissedersek, bu duygunun yoğunluğuyla namazımızın hiçbir zaman sona ermemesini isteyeceğiz...(AMİN)

Ben de böyle sevebilmek istiyorum ama nasıl?...

Bu aşkı gerçekten istiyor musunuz? O zaman kendinize şu soruyu sorun: 'neden Allah'ı (cc) seviyorsun ya da sevmelisin?'
Çünkü insanlar üç şeyden ötürü birşeyleri sever:

Güzellikleri için,
Engin karakterli olduğu için,
Size bir iyilik yaptıkları için,
(Ben buna bir de dördüncü eklemek istiyorum: bizi sevdikleri için, ama sanırım bu da üçüncü sebebe girer)

Ve unutmayın ki, Allah bu üç grupta da en üstte yer alır...

1.Güzellik

Güzellikten hepimiz etkileniriz. Hatta bazen güzeli sevmek fitneye bile sebep olabilir. 
Hz Ali (ra) Resulullah (sav) için şöyle der:"Sanki güneş ışığını O'nun yüzünden alırdı" 
Cabir (ra): "Resulullah (sav) dolunaydan daha güzel ve daha parlaktı..."(Tirmizi)
Allah insanlarda kendilerine karşı bir  eğilim olsun diye peygamberlerini en güzel surette yaratmıştır.

Güzellik denen duygu sadece yüzde değildir çünkü güzellik büyün mahlukatta mevcuttur bazen bir şekilde nefisimizi kesebilir ya da bize huzuru hissettirebilir. Sakin bir gecede izlemeye doyamadığımız dolunay, binlerce metre yukardan dökülen şelaleler, denizin üzerinde nazlı nazlı batan güneş... Doğada izleme şansına sahip olduğumuz bazı manzaraların ayrıcalıklı güzelliği çoğu zaman bizi heyecanlandırmaya yeter. 

Ve bu güzelliği güzel olarak yaratan Allahdır.(cc).. Peki Allah'ın güzelliği deyince ne anlamalıyız? Aslında ne kadar güzel olduğunu anlamak için gerek iç dünyada gerekse dış dünyada olan tüm güzelliklerin yaratıcısının O olduğunu hissetmemiz yeterli. Güzel olanın yaratıcısı da güzel olmalı değil mi?

İşte bu güzel olan sevme duygumuz aslında Allah'ın güzel olmasından kaynaklanır. Onun güzel isimlerinden biri de el-Cemil'dir.( en güzel olan) Allah'ın güzelliği şimdiye kadar hiçbir gözün görmediği, hiçbir akla sığamayan enfes bir güzelliktir ve bu güzelliği sadece Kendisi bilir.

Kur'an-ı Kerim'de geçen şu olayı hatırlayalım:

Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte gelip de Rabbi ona hitab edince:
“Ya Rabbi, dedi, göster bana Zatını, bakayım Sana!” Allah Teâla şöyle cevap verdi:
“Sen Beni göremezsin. Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa sen de Beni görürsün!”
Derken Rabbi dağa tecelli eder etmez onu un ufak ediverdi. Mûsâ da düşüp bayıldı.
Kendine gelince dedi ki: “Sübhansın ya Rabbî. Her noksanlıktan münezzeh olduğun gibi, dünyada Seni görmemizden de münezzehsin.
Bu talebimden ötürü tövbe ettim. Ben ümmetim içinde Seni görmeden iman edenlerin ilkiyim!”(7,143)

 Dağ bile Cenab-ı Hakk'ın güzelliğine dayanamayıp paramparça oldu, Hz Musa buna şahit oldu ve O'nu görmediği halde bilincini kaybedip bayıldı. O yüzden hesap gününde sadece Allah'ın ışığı    
herşeyin üzerine parlayacak. Burda bahsettiğimiz güzellik nefes kesen bir güzellik, tekrar hatırlayalım; Allah'ın güzelliğini anlamaktan bahsediyoruz... Bu dünyadaki herşey çok güzel olabilir ama asıl güzel olan, her güzelliğin kaynağı Allah'tır. 

“Ancak senin azamet ve kerem sahibi Rabbinin Zatı baki kalır.”(55:27)

Bütün bunları akılda tutarak, Resulullah'ın (sav) sözünü hatırlayalım mı?


إن الله ينصب وجهه لوجه عبده في صلاته ما لم يلتفت

"Kul yüzünü çevirmediği sürece, Allah yüzünü namazını edâ eden kula doğru çevirir" (Tirmizi)

(Allah'ın namaz esnasında bize nazar ettiğini hep hatırda tutsak, hakkını vermeye çalışırız öyle değil mi?)

Namaz esnasında bunu hatırlamaya çalışalım ve Allah'dan cennette O'nu görme şerefine nail olmayı dilemeyi unutmayalım...

Bu sevgiyi bir üste taşımak isterseniz onun yolunu da bir dahaki yazımızda konuşalım inşallah...





Devamını oku...