20 Aralık 2013 Cuma

Ben Sevdim: "Ötesiz İnsanlar" ve Hatırlattıkları

Uzun zamandır 'ben sevdim' yazısı yazmadığımı farkettim. 
Şu sıralar gerçekten sevdiğim, en azından yayınlandığı gün hemen izlediğim bir dizi var: "Ötesiz İnsanlar"



Takip edenleriniz vardır belki, köyünden doktor olma hayaliyle kalkıp İstanbul'a gelen Elif'in hikayesi... Başörtüsü problemleri, 28 Şubat darbesinin olacağı yıllar, Şubat rüzgarlarının nasıl da insanı üşüttüğü ve tabi ki bu olayların yanı sıra mecburen örülmüş bir senaryo...

O kısma çok girmek istemiyorum, sanırım illa ki bir küçükken evlatlık verme olayı, sonra annesi ve babasıyla bir şekilde yollarının kesişme olayı, e tabi bir de gönül ilişkileri olacak. Olmadan olmuyor mu bilmiyorum ama daha bizim yapamadığımız kesin. 

Bazen diyorum şöyle bir dizi olsa; izlerken vakit kaybı olmayacak ailecek izlenebilecek güzel bir senaryosu olsa ama illa ki beni şaşırtsa, tahmin edilemese... falan... :)

Neyse biz dizimize dönelim. 

Başörtüsü yasağının mantıksızlığı, komikliği, insanı nasıl acıttığı, nasıl arada bıraktığı çok güzel işlenmiş dizide. 4. Bölümdeki o fotoğraf çektirme sahnesi, okulda çaresizde oraya buraya koşturmalar... Başına geleceklerden habersiz kurulan hayaller.. Sanırım ikna odaları da olacak yakında.
Hepsini yaşadık biz de. İliklerime kadar aynı şeyleri tekrar hissettim. 

İlk başörtüyle olmaz dediklerinde 8. Sınıf sonundaki bursluluk imtihanındaydım. Herkesin önünde 'böyle giremezsin' demeleri öyle ağırıma gitmişti ki, ağlaya ağlaya çıkıp gitmiştim okuldan. Saatlerce ağladım, hazmedemedim, kabullenemedim. Lise'de idare ettik bir şekilde, Lise 1 de imam hatip deydim, yasak orayı da vurunca Lise2 de kız lisesine geçiş yaptık. İş üniversiteye gelince, hele ki ODTÜ gibi kampüs yasağının olduğu, namı pek de hoş olmayan bir üniversiteye gelince işler zorlaştı tabi. Kendimizce çözümler bulduk yine; şapka taktık, boyunlu kazak giydik ama kendimizi hiç kendimiz gibi hissetmedik. Ben okulumu hiç sevemedim. 

Bilenler bilir; bir A4 girişi vardır, ordan girerken kulübenin arkasında yapardık değişikliği. Hiçbir zaman daha kolay gelmedi bana eşarbımı çıkarıp şapka takmak. Hep aynı acı, aynı kızgınlık içimde oturdu, hep hissettim. Bir de A1 girişinden minibüsle girerdik. Orda daha vahimdi durum.. Çünkü muhtemelen ayakta kaldığın dolmuşta tam da kapıya yaklaşmışken geçilen derin virajda ayakta zor dururken biz saçımızı göstermeden eşarbımızı çıkarıp şapka giymeye çalışırdık. Hem de garip bakışlar arasında... 

Öyle çok cümle var ki bu konuda kurulacak... Öyle çok kırık hikayem var ki bu konuda anlatacak... Ama geçti gitti artık... İçimize çizikler atarak da olsa geçti gitti. 

İşte bu dizi o günleri hatırlatıyor, yaşatıyor bana. Her seferinde gözyaşlarımı tutamıyorum. Şarkısı bile çok derinden hüzünlendiriyor beni. 

E yaşananlar bu kadar gerçek olunca da izliyorum, izlemeyi seviyorum.

Birkaç eleştirim yok değil ama işte dedim ya, o yaşananlara vurgu yapması, yapabilmesi oldukça hoş benim için.

Kısacası ben sevdim size de tavsiye ederim....

Devamını oku...

17 Aralık 2013 Salı

Bir Poğaça Hikayesi ve Pamuk Poğaça Tarifi

Sene 1998, aylardan Ramazan ayı.

Geriye dönüp baktığımda hayatımın en anlamlı yılı olarak nitelendirebileceğim bir yılı yaşıyorum...

Kafamda ve kalbimde şekilleniyor herşey, okuyorum, öğreniyorum, öğretiyorum..

14 yaşındayım.

Havanım mis gibi muhabbet koktuğu bir yurtta yaşıyorum çünkü. Ama o yılı bu posta sığdırmayacağım, sığdıramam da zaten. Bu giriş sadece minik ve komik bir poğaça hikayesi için yapıldı:)

Dedim ya, aylardan Ramazan. Sanırım 30 kişi falan var yurtta. 
Gece vakti...
Sahur yapılacak dört beş saat sonra...
Çoğu zaman masaya vurduğumuzda tak tuk ses çıkarttığından ancak hafif ıslayarak fırında ısıtıp yiyebildiğimiz ekmeklerden kalmamış! (Fırın dediysem mini fırın, kapağını tutup açmak için kullanılan yer çıkmış gitmiş de sıcaktan dokunamayınca çatalla açıyoruz:))

Eee ne olacak çoluk çocuk nasıl oruç tutacak? 

Birkaç arkadaşız...

Hadi poğaça yapalım dedik.. 

Malzeme listesini düşündük şöyle:

Su! Var
Un! Var
Tuz! Var

Bu kadar:))

Maya mı? O da ne?

İnternet falan yok ki açıp bakalım, hem vakit gece kimi arayıp soralım....

Başladım unu yoğurmaya...

-katı oldu
-su ekleyelim

-cıvık oldu
-un ekleyelim:)))

derken yoğurduk işte bir hamur...

Annem şekil verirken yardım ederdim, o yüzden şekil aşamasında sorun yaşamadım. 
Birtek peynir var, koyduk arasına kapattık. 
Sanırım yumurta sarısı sürme işini de yaptırırdı annem, onu da akıl ettik.
İşte o mini fırında kaç tepsi hatırlamıyorum ama sahura kadar yapabildiğimiz kadar poğaça yaptık.

Güzel oldu, valla! 

Kimse inanmaz ama güzel oldu, çocuklar bayıla bayıla yedi:) 

Müthiş eğlendik....

İşte o poğaça macerasından sonra evlenene kadar bir daha poğaça yapmadım.

Evlenince de hamuru mayalayabilmek hep çok zor gibi gelirdi. Ama internetin güzelliği işte... Tarifi uyguluyorsun oluyor..

Bu tarif de öyle, çok başarılı, birçok kere isteyenlere tarifini verdiğim bir poğaça. Buraya da istek üzerine yazıyorum. Kaynak: pelinchef. ( yazıyı bilgisayarda yazmadığımdan link veremedim bir ara eklerim belki)




MALZEMELER:

* 1 su bardağı ılık süt

* 1 su bardağı ılık su

* 1 su bardağı sıvıyağ

* 5 çorba kaşığı şeker (silme)

* 1 çorba kaşığı tuz

* 1 yemek kaşığı maya

* Aldığı kadar un (benimki 6 bardak kadar aldı)


İÇİNE:

* peynir

* yarım demet maydanoz



YAPILIŞI:

-4 bardak kadar unu derin bir kaba alıp mayayı serpiştirin. 

-Ortasını havuz gibi açıp diğer malzemeleri ekleyin. (Süt ve suyun ılık olması önemli)

-Bu malzemeleri yoğurduktan sonra hamuru toparlamak için gerekli miktarda un ekleyin ve elinize yapışmayacak kadar (ama asla çok katı olmayan) bir hamur elde edin.

(Un eklemeyi daha elinize hafif yapışıyorken bırakmalı ve bir miktar yoğurmalısınız. Tabi ki çok cıvık olmasın ama gerekirse elinize sıvıyağ sürerekten şekil verebilirsiniz.)

-Hamurun üzerini kapatın ılık bir yerde hamur iki kat olana kadar mayalandırın.

-Sürenin sonunda hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparın, içini elinizle açıp malzemeyi doldurun ve hamuru birleştirip tekrar yuvarlayın.

-Üstüne susam veya çörek otu serpip önceden ısıtılmış fırında180 derecede, ya da 360 f'de, üzerleri kızarana kadar pişirin.

Sonra da pamuk gibi poğaçalardan daha sıcakken bir iki tane götürün:))

Afiyet olsun



Devamını oku...

12 Aralık 2013 Perşembe

Annelik Nedir? (Kızıma Mektup)

Dün tam iki yıl oldu sen hayatıma gireli...
İki yıl nedir ki kısacık, ama sanki yıllardır benimlesin, parçamsın gibi...

Annelik bu zaten öyle değil mi...
'Canım' kelimesinin mecaz anlamdan çıkıp gerçek anlamını bulduğu,
'Şefkat' kelimesinin anlamının tüm zerrelerde hissedildiği,
Karşılıksızsız sevmenin, 
Biri acıyınca kat kat acımanın ne anlama geldiğini öğrendiğin,
Hayatının rotasını ona göre tayin ettiğin,
Merkeze onu oturttuğun, 
Yüreğinin sevme kabiliyetinin sonsuzluğunu gördüğün yer annelik...

Herşeyin en iyisi onun olsun, o incinmesin, üzülmesin, karakteri sağlam olsun, hayırlı bir insan olsun, sağlığına psikolojisine birşey olmasın....

Artık bu düşünceler beynimizi kontrol altına alan..

Annelik bu.

Kızım benim; 

Doğduğun gün, doğumun bir türlü gerçekleşemeyince çektiğim en büyük acıyı çekerken bile aklımda senin ne hissettiğin, iyi olup olmadığın vardı.

Sen bir şekilde bu koca dünyaya gelip de çığlık çığlığa bağırınca sevinç, merak, üzüntü, korku hepsini yaşadım o an. 
Ne yapsalar susmadın ya sen, korku hissim galip geldi. 'Bir problem mi var?' düşüncesi beynimi kemirdi. Dakikalarca ağladın, o dakikalar büyüdü.... Ne zamanki yanıma koydular seni, o çığlıklar kesildi ya, işte o an anladım sen benim 'can'ımdın.... Anne olduğumu da o zaman öğrettin bana...

Sayende rahmete dair ümidim arttı benim... Bu sevgiyi veren gerçekten merhamet sahibi olmalıydı çünkü..

Sen olmasaydın ben ucuz mutluluklar isminde bir blog açmış olamazdım..

Ne çok şey var yazacak, şükredecek...

Rabbim annelik duygusu tatmayan herkese bu duyguyu nasib etsin. Ve evladıyla maddi manevi imtihan olan her anneye de yardım etsin....

Bu da benden sana minik bir doğumgünü hediyesi olsun ilerde okursun inşallah:))

İyi ki doğdun kızım,

Elhamdulillah...






Devamını oku...

Kızımın Süper Doğumgünü Partisi:))

Dün kızımın doğumgünüydü. Bu postta doğumgünü partimize ait detayları paylaşmak istiyorum..
Günlerce süren "tema seçimi" aşamasından sonra, prenses temalı mı, Dora temalı mı, Hello Kitty temalı mı olsa derken en iyisi prenses kızıma prenses temalı bir parti olsun deyip aşağıdaki partiyi hazırladık. 

Günlerce süren hazırlıklar beni çok yorsa da dünyadaki en tatlı çocuk olan benim çocuğum buna değerdi:))

Fotoğraflara geçmeden önce siz sormadan beni neyi nerden aldığımı söyleyeyim, çünkü biliyorum çok merak edeceksiniz. Bu markaların çoğu Türkiye'de yoktur ama ne yapalım artık...:)

Masamız ve Prenses resimli örtümüzü Disney'den özel almıştık bugün için...

Kurabiyelerimizi -tabi ki preneses temalı- kurabiyeci Hayriyeye yaptırdık çok memnun kaldık. 

Şeker hamuruyla özenle tasarlanmış pastamız Tuba Pasta ve Dekorasyona ait..:))

Peçeteler dollar tree den (Amerikanın bir milyoncusu:))

Tabaklar ve kaşıklar (tabi ki yine prenses temalı) ikea dan özel seçildi..

Konuklarımız için hazırladığımız hediyeleri Homegood's dan aldık ve Walmart'tan aldığımız dantel detaylı paketlerle süsledik. 

Prensesimin birinci kıyafeti Macy's den.. 

İkinci kıyafetiyse görümcemin hediyesi, ayıp olmasın diye onu da giydirdim.:)

Masadaki ikramlar, beş çeşit tuzluyu Gül teyzemiz, altı çeşit salatayı Şenay teyzemiz, dört çeşit tatlıyı Yıldız teyzemiz, cookilerimizi Zeynep teyzemiz hazırladı.

Hediyelere gelince, ay neyse görgüsüzlük olmasın onu anlatmayayım artık...

DERMİŞİM...... :))))

Kimse kızmasın nolur, blog dünyasına girince bu doğumgünü partilerinin postlarını görüyorum da dayanamayıp ben de komiklik olsun diye böyle bir post hazırlayayım dedim. Herkes istediği gibi kutlar kimseye lafım yoktur. Ben acizane çocukların çok şımartılmaması, şimdiden bu tüketim çılgınlığının içine atılmaması taraftarıyım. 

Parti falan yapamadık ama evde pasta yapıp kendimiz kutladık. Sağolsun Tuba teyzemiz, zaten o gün buluşacak olunca, ben de birgün önce kızımın ertesi gün doğumgünü olduğunu ağzımdan kaçırınca bize nefis bir pasta yapmış, süslemiş... Bir de çok cici bir saat  almış. Daha ne olsun:)
Çok ama çok teşekkür ederiz kendisine.inşallah yazımızı okur;)

Bu da pastamızın resmi. Yaaa bakın ne güzel olmuş demi.. Tadı da çok güzeldi:))



Devamını oku...

10 Aralık 2013 Salı

Namaz Serisi (12): Hergün Okuduğumuz Fatiha Suresinin Mahiyetini Anlamak

Fatiha suresi, namazın her rekatında okuduğumuzdan, okumamızın vacip olmasından anlamını kesinlikle bilmemiz gereken bir sure... Ancak bu şekilde her ayetin ne demek istediğini anlar ve ona gönülden bağlanabiliriz...

Allah (cc) buyurmuş;

De ki: “Göklerde ve yerde neler var, bakın!” (10:101)

"Muhakkak ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan,sonra arşa hükmeden, geceyi kendisini sür‘atle taleb (ve ta‘kib) eden gündüze örten Allah’dır. Hem güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdirilmiş olarak (yaratan da O’dur)!"

Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur! Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne yücedir!
Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz sema, sadece bu dünyanın seması... O bile ne kadar azametli geliyor, içinde bizi şaşırtacak ne güzelikler barındırıyor... Düşünün ki yedi kat daha var ve onun da ötesinde hayalinden aciz olduğumuz kürsi... Ve arş....

Ne buyurmuştu Allah Rasulu (sav)? 

"Yedi gök kürsi içinde bir kalkan içine atılmış yedi dirhem gibi kalır."(Taberani)

Eğer Kürsi buysa, muhteşem arş da nasıl birşey? 

"Arş içinde Kürsi, yeryüzünde bir çölün içine atılmış demir bir halka (yüzük) kadardır" (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azım, I, 309).

Hayal bile edemiyoruz öyle değil mi?
Peki hala nasıl bu kadar kibirli olabiliyoruz?
Oysa O gücü herşeye yeten, zerrelerden gezegenlere herşeye hükmü geçen, kalbimizden geçen en ufak ayrıntılardan haberdar olan Rabbimiz... Bizi biz anlatmadan bilen, asla yanlış anlamayan...

İşte insan bu büyüklüğü hissedince kendini 

'Elhamdulillahi Rabbil alemin: Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun'

demekten alamıyor öyle değil mi?


Namaz Bir Diyalogtur

Allah (cc) bir kudsi hadiste, Fatiha suresi hakkında şöyle buyurmuştur:

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) nin "ben Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) in şöyle buyurduğunu işittim." dediği rivayet edilmiştir: 
"Allah-u Teala Hazretleri buyurdu ki, ben namazı (Fatihayı) kendimle, kulum arasında ikiye böldüm,kulum için istediği vardır. 
Kul: “elhamdülillâhi rabbilâlemîn” dediği zaman, Allah-u Teala, kulum bana hamdetti (beni medhetti) buyurur. 
Kul: “errahmânirrahîm” dediği zaman, (Allah-u Teala) kulum bana sena etti (beni övdü) buyurur. Kul: “mâlikiyevmiddîn” dediği zaman, (Allah-u Teala) kulum bana tazim etti (beni büyük tuttu) diğer bir kere de: Kulum işini bana havale etti buyurur. 
Kul: “iyyâke ne’büdü ve iyyâke nesteîn” dediğinde, (Allah-u Teala) bu, benimle kulum arasındadır, kulum için istediği vardır, buyurur. 
Kul: “ihdines sırâdal müstegîme sırâdallezîne enamte aleyhim ğayril meğdûbi aleyhim veleddâllîn” dediğinde, (Allah-u Teala Hazretleri), bu kulum içindir ve kulum için istediği vardır." buyurur.
(müslim, salât:38,40 Ebu Davud, Salat:132, Nesef, iftitah:23. İbn-i Mace. Âdab:52)

Ne muhteşem bir diyalog öyle değil mi? En güzeli de Rabbimizin bizden 'kulum' diye bahsetmesi...

Hatırlarsanız O, Mirac hadisesini anlatırken de, 'kul' ifadesini seçmişti:

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya (İsrâ -gece yürüyüşü- ile) götüren (Allah, her türlü noksanlıktan) münezzehtir.Şübhesiz ki Semî‘ (herşeyi işiten), Basîr (hakkıyla gören), ancak O’dur. (17:1)


İnsanlara kulluk etmek insanı alçaltır ancak Hakk'a kulluk, hele ki ihlasla, aşkla olursa insanın elde edebileceği en güzel onurdur, gayet şerefli bir payedir.


Rabbimiz, namaza bu hissiyatla gelebilmemiz için bize yardım etsin, amin...


Devamını oku...

7 Aralık 2013 Cumartesi

Derdimi Seviyorum...

Yıllar önceydi…
Küçük ilçemizin o zamanlar sayısı iki olan kitapçılarından birinde, kitapların arasında dolanıyordum.
Şimdi düşünüyorum hangi kitapları neye göre getiriyordu o kitapçı?  O kadarcık yere o kadar kitap nasıl sığıyordu ve o kitapları kimler alıyordu gerçekten bilmiyorum ama benim sanırım abim sayesinde küçükken içimde büyüyen o kitap sevgisi, boş vakitlerimde beni o kitapçıya götürür rafları arasında öylesine dolaştırırdı... Yıllarca da canım her sıkıldığında kendimi ilk attığım yer oldu kitapçılar...


Abim ben küçükken Hacı Bayram’dan seri seri kitap getirirdi tatillerde geldiği memleket ziyaretlerinde.. Zaten daha kapıdan içeri girer girmez gözüm valizinde olurdu; bir pişmaniye beklentisi, iki kitap beklentisi:)
Çocukken daha kolay sanırım mutlu olmak...
Ben işte peygamber hayatlarını, sahabe hayatlarının çoğunu hep o kitaplardan öğrendim. Hz İbrahim benim için ‘Allah’ı Arayan Çocuk’, Hz Yusuf da, ‘Kuyudaki Çocuk’ oldu yıllarca... Allah abimden binlerce kere razı olsun... Daha okuma bilmeden bana kitap okumayı sevdirdiği için...
Lafı uzattım yine biraz, işte böyle bir kitapçı ziyaretimde gördüğüm bu kitap başlığı beni çok etkilemiş kitabı hemen elime alıp arkasını okumaya başlamıştım. Başlık: Derdimi Seviyorum’du. Hekimoğlu İsmailin bu kitabının arkasında ise hatırladığım kadarıyla şu cümleler vardı:

Bahçenin suyunu kestiler, çiçekler sordu, meyveler döküldü ve yapraklar sarardı. Dünya dikenlere kaldı.

Kapının önüne gül diktim, sarmaşık ektim, gelip geçenlerin içi açılsın diye. İnsanlar gülleri kopardı, hayvanlar sarmaşıkları yedi, geriye yine dikenler kaldı.
Olmayan bahçenin bahçıvanını buldum, onun yanına çırak girdim "Dertlerden dert, dikenlerden diken beğen" dedi.

Anladım ki "Derdimi sevmek"le işe başlamalıyım…’

Derdi sevmek de neydi.. Ne demek istiyodu? Sonradan anladım: Çilesini çekmediğin şey senin değildi….
Ne demiş şair: Derman aradırm derdime, dediler derttir dermanın senin….
Nasılsa herkes dertli, herkesin var bir imtihanı.. Bari derdimiz Allah derdi olsun da, çektiğimiz sıkıntı işe yarasın…….
Devamını oku...

4 Aralık 2013 Çarşamba

Dondurulmuş Yoğurtçu :) (Cherry Berry)

Şimdi ben bu yaz Türkiye'ye gidemedim ya, her yer aslında her şey burnumda tütüyor. 
Nedendir bilmem (aslında sanırım boğazıma düşkünlüğümden) özellikle 'hadi şurda yemek yiyelim' deyip bir yerlere gitmeyi çok özledim. 
Geçenlerde simit sarayının kaşarlı simiti ve ıspanaklı böreği canlandı gözümde, ondan sonra da ABA da yediğim ayvalık tostu... Tamam itiraf ediyorum bazen rüyamda bile görüyorum bunları.... 
Hayır evde yapmak istemiyorum, canım isteyince kalkıp gidip yemek istiyorum sadece!

Hiç unutmam; birgün 8:40 dersim var ( bizim okulda adet böyleydi dersim var denmez 8:40 ım var denirdi, nedense...) 
Sabah kalktım, geç kalmışım yine, ama burnumda bir ıspanaklı börek kokusu... Allah'ım sabah sabah nerden geldi aklıma bilmiyorum. Geç kaldım ama kimin umrunda, hemen pastaneye gittim adama ıspanaklı börek olup olmadığını sordum. Artık nasıl yalvaran gözlerle baktıysam adam çok üzülerek yok diye cevap verdi. Ben 'gerçekten mi' dedim sanırım yalvaran bir ifadeyle... Adam da diğer şubemize sorayım dedi:) sokağın az ilerisinde diğer şube... Sonra da sevinç dolu gözlerle 'iki tane kalmış' dedi ve ordan o börekleri benim için getirtti. Eh işte iki tanesi dişimin kavuğuna yeterdi:)))

Sonra okula gittim aceleyle, bu arada ders başladı tabi. Börekler poşette sarılı, aklım onlarda... Tenefüste yesem olmayacak, en azından üç kişiyle paylaşmam lazım:) , hem kim bekler o zamana kadar... Yoklamayı da kaçırmak mı istemedim nedense, girdim belki de 60 kişilik amfiye, arka sıraların birine oturdum. Kalemimi defterimi çıkartıp böreği de aşağıda haşır huşur açtım... Her tarafı kokusu kaplasa da acımadım, gözüm dönmüş gibi yedim o börekleri müthiş mutlu oldum...:)

Ya işte bu basit börek hikayesi anlatsın size neyi özlediğimi...:)

Buralarda yok mu gidecek yerler... varsa da istediğim gibi olmuyor...

Ama birkaç ay önce bir yer keşfettik: Cherry Berry...

Frozen yogurt'cu:), dondurma gibi....




İnternetten baktım yogurtlar için helal sertifikalar var, orda da sordum dondurmalarımız kosher dedi. 
Self servis gibi, önce sana istediğin kadar minik kaplar veriyorlar deneyip öyle alasın diye..( istersen bu şekilde bile nefsini tatmin edebilirsin yani)

Sonra eline bir kap alıyorsun ve şu musluklardan beğendiklerini seçip kabına akıtıyorsun:)














Üstüne de fındık fıstık, artık ne bulursan.... 






Bir de küçük küçük doğranmış şirin meyveleri var ki sormayın,.. 




Aslında ben dondurma kısmını çok sevmedim, biraz buzlu gibi ama kabımın yarısını herhalde fıstık, oreo kırıkları ve meyvelerle doldurunca gayet güzel oldu.

Ödemeyi de tabağını tartıyorlar, ona göre yapıyorsun. Oldukça eğlenceli:)




Çocuklar oyalansın diye çocuk kitapları bile vardı.



Hem dondurulmuş yoğurt dondurmadan daha sağlıklıymış:). 
Türkiye'de var mı bilmiyorum ama olsa çok tutar diye düşünüyorum.

İşte biz de bunlarla oyalandık ne yapalım:)))




Devamını oku...

3 Aralık 2013 Salı

Kalemden Kelama...

Defalarca sepete, dolaba konan oyuncaklardan, defalarca mutfağa gidip gelip getirilen sular, meyve suları, yiyecek herhangi birşeylerden sonra....

"Oyuncak oynayalım mı?", 
"Hadi sen de gel..."
"Annemi istiyom"
"....'ı istiyomm"

.......

cümlelerinden,

defalarca çizilen kuş resimlerinden sonra.....

yatsı namazımı kılıp, 
ekmeğimin malzemelerini makinaya koyup, 
kızımı uyuttuktan sonra....

işte şimdiki, şu sıralardaki vakitlerde yani, 

eğer hala halim kalmış, kendimi yatağa atmamışsam; 

bu yazı yazmayı, kendimi dinlemeyi özlemiş olmamdandır:)

gecenin karanlığına kelimeler savurmayı, kendimle söyleşmeyi özlemiş olmaktan....

kalemden kelama birşeyler dökme isteğimdendir....

Soruyorlar 'nerelerdesin' diye, zannetmeyin ki, ucuz mutluluklar yazarı ucuz mutluluk arayışında, bulamıyor da ondan yazmıyor:) 

Tam tersi, yazının başında şikayet edip durduğum minik kuzum sağolsun, hergün bana öyle ucuz mutluluklar yaşatıyor ki, hormonların etkisiyle midir nedir bilmem iyice değiştim garip bir sevgi pıtırcığı oldum ki sormayın:)

Bir ablam vardı Ankarada, çok ciddi esaslı bir insandı, gülümsemesi bile heybetliydi hafiften sarsardı.. Ne zaman ki anne oldu, gülümsemesinin yüzüne yayılış şekli değişti benimki de o hesap, hayata bakış açım değişti anneliğimden sonra...

Pek birikti yazmak istediklerim, yazma isteğim... 

Görüşmek üzere:)




Devamını oku...