oylesine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
oylesine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Eylül 2015 Pazar

Ecdadın Hassasiyeti, Kanuni'nin Mektupları

Tarihi severim.
Osmanlı tarihini daha çok severim.
Kuruluş ve yükselme dönemini ise daha da çok severim (her Türk genci gibi)

Ecdadın herşeyü güzel, herşeyi zarifmiş sanki... Bakın mesela aşağıda resmini göreceğiniz saati de onlar düşünmüş. Her daim hatırlamaya muhtaç, unutmaya pek meyilli insancık için ne hikmetli bir saat olmuş. 


                                                             (görsel netten alıntıdır)

Şu sıralar, dünyanın halini, hemen dibimizdeki ülkelerin hallerini görünce de ecdad geliyor aklıma hep.. Ecdad deyince de, Kanuni Sultan Süleyman geliyor.
Kim anlatmıştı, ne zaman anlatmıştı bilemiyorum; Fransız kralı esir alınınca anacığı Kanuni'ye mektup gönderir oğlumu salıversinler diye. Kanuni de gereğini yapar. O esnada yazılan mektuplardan biri şu mektup mesela:

Ben ki,
Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve Diyarbekir'in ve Kürdistan'ın ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım.
Sen ki,
Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun.
Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istida etmişsiniz (istemişsiniz). Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim.
Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. (Allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun.) Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. Böyle bilesiniz.

Ben ilk paragrafa bayılıyorum:)
Şimdilerde de böyle olsak.. Bi höt desek de dünya hizaya girse.. Hükmetsek falan demek istemiyorum. Her yere huzur getirsek, barış getirsek, insanlık getirsek... Çocuklar ölmese... Kendi ülkemizde ölüp giden gencecik insanlar artık ölmese... Moda tabirle: analar ağlamasa...
Ülkemizin topraklarında bile engelleyemiyorken... Zor bir hayal gibi gözüküyor değil mi?

..........................

Kanuni ve mektup demişken bir de 'dans' mektubu var Kanuni'nin... Günümüz şartlarında absürt sayılabilse de bana eğlenceli gelen mekup..
Fransa'da insanlar dans etmeye başlayınca, Osmanlı sınırları da Fransaya kadar dayandığından Kanuni rahatsız olmuş bu dans melanetinden! :)

Ey Fransa Kralı Fransuva! Sefir-i Kebirimden aldığım mazhara göre malumatım oldu ki, memleketinde dans namında Ala Mele-İnnas Fuhşiyyat ve Lubiyat yapıyormuşsun. İş bu Name-i Humayunumun eline vusulünden itibaren bu mel'anet rezalete son vermediğin takdirde, Ordu-yu Humayunumla gelip seni kahretmeye muktedir olurum.
Günümüz Türkçesi : “Ey Fransa Kralı Fransuva! Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han'ım. Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım.
Hemhudut olmaklığımız dolayısıyle, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla gelip men'e muktedirim!..”
Rivayete göre, Kanuni'nin bu mektubundan sonra Fransa'da yüz sene dans yapılmamıştır.

                         Görüşmek üzere.... :)
Devamını oku...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Veee Türkiye'deyim...

Ne çok şey biriktirdim yazacak bir bilseniz... 


Dört yıl önce hayatımın ikinci sezonuna geçiş yaparken gitmiştim Amerika'ya. Şimdi dönüş yaptım artık kapattım Amerika defterini.


Özlediğim birçok şeye kavuştum yani, hasret giderdim, gideriyorum... Her ne kadar bu sefer de başka özlemler biriktirmeye başlamış olsam da... :)

Dünya bu zaten, özlem biriktirme yeri. Bir tarafı tamamlarken başka tarafı açıkta bıraktığın yer.

Cenneti isteyebilelim diye asla doyuma ulaşamayacağımız yer de diyebiliriz...


İki çocukla 2,5 saat Florida'dan New York'a uçtuktan, orda 7 saat kadar bekleyip 11 saat de okyanusları aşıp geldikten ve üstüne de 7 saat zaman farkını ekledikten sonra geldik güzel ülkeme. Saat farkına falan kolay alıştık da, Amerika'da şu şöyledi bu bu kadardı dönemindeyiz daha. Bakalım ne kadar sürecek tamamen alışmamız... :)




Zor oluyor illa ki... Aldığın eşyayı toparlarken, ya da bırakıp da giderken biriktirdiğin hatıraları da bırakıyorsun. 'Bunu son yapışım'lardan kurtulamıyorsun bir türlü. Sonuçta eş olmayı, anne olmayı orda öğrendim ben, önemi büyük benim için Amerika'da geçirdiğim yılların...


Yine de ezan sesleri, camiler, çocukluğumu geçirdiğim evim, odam, kitaplarım, mektuplarım, hediyelerim, okul yollarım, alışveriş yaptığım esnaf, park gezmeleri,annemin elinden tutup üzerinde yürüdüğüm duvar (şimdi ben kızımın elinden tutup yürütüyorum:))... 

Bütün buralarda tekrar nefes almak değişik oldu, hoş oldu. Hele benim gibi boğazına düşkün birinin deli gibi özlediği iki şey vardı ki onlara kavuşmak ayrıca hoş oldu. 


İlki bizim buraların lezzetli pidesi (ki hayali bebek beklediğim dönemde ağzımı sulandırıyordu:))




İkincisi de "kızım evimize gidince ne yapacağız?" diye sorduğumda "Özkaymaktan dondurma yicez anne" diyecek kadar sık tekrar ettiğimiz dondurma yeme şöleni. 

Kakao, sade, karamelli :)) (fotografını çekmek bile sabır gerektiriyordu, sabredemedim:))


Sonra anneciğimin yaktığı ateşte közlenmiş patlıcan, domates, biber, patates....






Değişik oluyor insan, çocukluğunu yaşadığın yerlere çocuğunla dönmek güzel:)


Amerika'da özleyeceklerimi ve özlemeyeceklerimi yazacağım inşallah en kısa zamanda. Özleyeceğim çok şey olsa da memleketimde olmak güzel.


Kübra's life, part 3, soon.... :))))


Devamını oku...

28 Haziran 2014 Cumartesi

Ramazan Geldi, Hoşgeldi:)

İşte senenin en kıymetli misafiri geldi...

Misafirliğinin ilk günü bugün.

Kabul, bu yıl biraz zorlayacak bizi. Ama zorladıkça daha çok kazandıracak, daha çok yükseltecek.

Yeter ki biz çenemizi azıcık kapalı tutalım, mızmızlanmayalım, şikayet etmeyelim...


Çok kazanmak için, ikramiyeler için nelere katlanmıyoruz, bu da öylesi oluversin...

Düşünün ki kıldığınız her rekat namaza, okuduğunuz her sayfa Kuran'a yüzlerce kat fazladan sevap veriliyor.

Kapılar açılmış demeyeceğim, belki kapı bile kalmamış arada...

Değmez mi zorlamaya, değer elbet! 


Ama delik deşik etmeyelim orucumuzu olur mu? Orucun savmı olsun bizimkisi...

Gıybet etmeyelim, yalan söylemeyelim, kötü söz çıkmasın ağzımızdan kalp kırmayalım ki, sağlam kalsın orucumuz.

'Tövbe tövbee oruç ağzımla' diyiverip susalım:))


Aman çocuklarımıza bu farklılığı yaşatmayı unutmayalım. Tekne oruçlarını ödüllendirelim, misafirliklere gidelim, misafir alalım.... Sahura kaldırıp en sevdiklerini yapalım...

Varsa Ramazan programlarını kaçırmayalım...

Velhasıl 'ne güzelmiş bu Ramazan' dedirtelim...


İnşallah....


Ayın sonunda kazananlardan olalım.


Hayırlı, bereketli, mutlu Ramazanlar....

Devamını oku...

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Kelebek Ailesi:)

Alın size ucuz bir mutluluk:)

Kelebek ailesi! :)

Sırasıyla baba kelebek, anne kelebek, abla kelebek, kardes kelebek, anneanne kelebek:)

Ablan seni kırmızıya boyadı kardes kelebek, kıymetini bil;)))


Devamını oku...

27 Mayıs 2014 Salı

"Erkekler Giremez" Yazılı Bir Hastane Odası Kapısı:)

Yine bir gece vakti, karanlık bir oda...

Uyuyan bir bebeğin nefes sesleri...


Zaman ne çabuk geçiyor aslında, içinden geçerken bizi zorlasa da...


Küçük kızım doğalı üç ay olacak nerdeyse. Hastanede yaşadığım birkaç birşeyi paylaşmak istiyorum bugün. Biraz geç oldu ama :) insanlık nasıl birşey onu konuşalım ne dersiniz...


Amerika şöyle güzel, böyle iyi falan gibi şeyler söylemek istemiyorum, aksine birçok şeyin hep abartıldığını düşünüyorum. Ancak bazı gerçekler var ki, malesef bunlardan öğrenmemiz gereken çok şey var.


Şimdi burda ayrıntılı bir doğum hikayesine girmek istemiyorum. Her ne kadar her kadın bu olayı anlatmaya bayılsa da...:) Burda ifşa etmeye gerek yok, benim üstünde durmak istediğim husus başka...


Hala öyle mi bilmiyorum ama ben lisedeyken doktorlardan nefret ederdim. Genellememek lazım ama onların o halden anlamaz, insanı geren halleri beni deli ederdi. Amerikada dört yılım bitmek üzere ve gerçekten insana saygının, düşünce özgürlüğünün ne demek olduğunu burda gördüm. Bizim kaybettiğimiz müslüman sıfatlarını yaşattıkları için Allah önlerini açmış bu insanların, adaleti gereği...



Birçok husus var da ben birkaç tanesini anlatacağım.


Allah hidayet versin bir hemşire vardı mesela, odaya geçtiğimizde genel bilgilendirmeleri yaptıktan sonra ne yiyip ne yemediğimi sordu. Et yemediğimi öğrenince onun yerine hemen protein takviyesi bir menü çıkardı kendince...

Sonra bana içeri erkek girmesinde sakınca var mı diye sordu. Zaten bütün doğum doktorları bayan, öyle ayarlanmış. Ben şaşırdım böyle bir seçeneğin olduğunu öğrenince. Madem öyle birşey var, girmesinler dedim tabi hemen.


Kadın "tabi ki öyle bir hakkın var" deyince kendimi çok değerli hissettim. Ben kapıya "NO MALE" (erkekler giremez) yazarım dedi. Ve yazdı.. Ve o yazı üç gün orda kaldı.


Üç gün boyunca kapı aralandığında hiç rahatsız olmadım, istediğim gibi hareket ettim. Sadece çocuğun ayağından kan almak için gelecek doktor erkekmiş. Hemşire girdi önce gelebilir mi ama erkek:) dedi ben de tabi dedim müsait hale geldikten sonra. 

Sonra birden "bir dakika perdeyi çekelim bebeği götürelim" dedi, yatağı tekerlekli ya... Kapının önündeki perdeyi çekti ve adamı yine içeri almadı:))


Ve namaz meselesi...

Annem hep anlatır. Türkiyede refakatçi olarak kaldığı bir odada namaz kılarken hemşire kızmış burda namaz mı kılınır diye...

Burda namaz kıldığını anlayınca "ben gideyim, sonra gelirim rahatsız olmasın" diyen hemşireler gördük

Hiç olmadı içeri girse bile sessizce konuşan aman rahatsız etmeyeyim düşüncesi her haline hakim olan hemşireler, doktorlar...

İnsanlar yani...


Ne olurdu biz de böyle olsak, şimdilerde daha iyi durumlar biliyorum da...

Hangi ara tahammülsüzleştik, empati yeteneğimizi kaybettik bilmiyorum ki.


Konuyla alakasız ama bir de ne yaptılar biliyor musunuz, bebeğim doğduğunda onu direk üstüme attılar, bir buçuk saat kadar orda kaldı ve üç gün boyunca yıkamadılar. Daha sağlıklıymış cildi için... Kulağa hoş gelmiyor evet (yani yıkanmayan bir bebek) ama bağıra bağıra ağlayan neye uğradığını şaşırmış bir bebeğin ilk dakikalarında annenin bağrında olması öyle rahatlatıcı olsa gerek ki, hiç ağlamadı kızım orda. Dakikalarca aşina olduğu kalp atışlarını dinledi annesinin...:))


Şu sıralar daha çok Amerika hikayesi duyacaksınız sanırım benden, zira dönüş yolları gözüküyor sanırım:))

Devamını oku...

13 Mayıs 2014 Salı

Somada Bugün Babasız Kalan Çocuk



Haberleri izlemeyi zaten sevmezdim, şimdi hiç varmıyor elim açmaya...
İnsanların hastane önünde nasıl ümitle ve korkuyla ambulans beklediğini görmeye dayanamıyor insan..
Gözlerindeki ifadeler ne kadar da çok şey anlatıyor!
Oraya getiremedikleri çocuklarını düşünüyorum sonra...
Bir anda babasız kalan yüzlerce çocuk, babasının eve döneceğini sanarak kendince oyun oynuyor şu an...

Erken büyümek zorunda kalan çocuklar...
Ve "babam nerde" sorusuna muhatap olacak annelerin içlerinin nasıl yanacağını hayal etmeye çalışıyorum kendimce.

Soma'da bugün babasız kalan sevgili çocuk, kızlarımı uyuturken senin için de ninni söyledim bu gece, aklımda hep sen vardın..

....

Ya imanımız olmasaydı...
Ne kadar zor olurdu başa çıkmak.
Öyle dua edelim hep birlikte, Rabbim kalbinizdeki imanı arttırsın, çünkü başka türlü baş edemezsiniz...

El Fatiha.....




Devamını oku...

31 Mart 2014 Pazartesi

Nerelerdemiyim? :)

"Neden yazmıyorsun?" diye soran arkadaslarım var sağolsun..

Yokluğumu farkeden, yazdıklarımı okumak isteyen..


Şu sıralar pek bir yoğunum, çocuklu anneler hep öyle gerçi değil mi? 

Evlenmeden önce sürekli meşgul olduğundan şikayet eden ev hanımlarını anlayamazdım. 

Ama haklılarmış! En azından çocuğun varsa...


.....



Hani insanın hayatında dönüm noktaları olur; kocaman değişikliklerin olduğu, hayatının artık eskisi gibi devam etmediği...

Düşünüyorum da benim en büyük dönüm noktam 2010 yazında olmuştu. Peşpeşe mezun olup, evlenip, Amerikaya gelmiştim çünkü. Hayat tarzım, yaşadığım yer değişmişti.


Şimdi bir dönüm noktası daha yaşıyoruz ailecek. En çok da küçük kızım!

Ailenin tek prensesi olma dönemi bitti çünkü, annesini anneannesinden bile kıskanan kızım şimdi sürekli kucağında bir ortakçı görmekte...


Yaa evet, bir kızım daha oldu. Artık iki minik kız anmesiyim ben. Pek bir eğlenceli geliyor bunu söylemek:) 

Rabbime sonsuz hamd olsun, acılarını sıkıntılarını yaşatmasın. Hayırlı sağlıklı uzun ömürler versin inşallah...


Eğlenceli dediysem, tabi hayat o kadar kolay değil.. Dünyaya uyum sağlamaya çalışan, en byük uğraşı yemek ve onu boşaltmak olan minik bir bebekle, 'noluyoruz ya bu kardeş de nerden çıktı şimdi' diye düşünen ve etrafta sürekli benim canım sıkılıyooo diye ilgi çekmeye çalışan başka bir minikle yaşamak o kadar da kolay değil.


İşte böyle...

Dünya hayatı denen şu tuhaf yolculukta bir mutluluğum daha oldu. Sanırım artık ucuz mutluluk bulmak benim için daha kolay olacak;)



Rabbim ihtilafın kol gezdiği, insanların bir 'tuhaf'laştığı şu günlerde, gelişini yaşlı dünyamız için hayırlara vesile kılsın inşallah.


Hep insanlık adına çalışan, her daim hakkı gözeten, rıza-i İlahi hedefinden hiç şaşmadığın bir hayat nasip etsin sana.


Hoşgeldin bebeğim...


 


(Artık uyusan diyorum...:)))



Devamını oku...

19 Şubat 2014 Çarşamba

Çığlık-Hz Fatıma'nın Şiiri

Karadır rengi ayrılıkların...
Hasretse, yaşanabilecek en zor duygunun adıdır bence.
Aşktan da zordur, çünkü aşkta arada mutlu olur insan...
Hasretse içinde cam olan birşeylerin kırılıp kırıkların kalbine batması gibidir, acıtır...
....

Nasıl bilmiyorum, Hz Fatıma düştü aklıma gece gece...
Hasret deyince O geldi aklıma ya da Hz Fatıma deyince hasret...

Hani hakkında "Fatıma Benden bir parçadır" övgüsü olan Hz Fatıma..

Hani, Babasının yakında vefat edeceği haberini alınca önce acı dolu bir çığlık savurup tesellinin ardından teskin olan Hz Fatıma....

Çığlık atar çünkü çok yakında kendini terkedeceğini öğrenir babasının...
Rahatlar çünkü müjde büyüktür: Bana en çabuk kavuşacak olan sensin....

Evet evet çabuk öleceği müjdesi! verilmiş kendisine...
O da mutlu olmuş, rahatlamış.

Baba Resulullah (sav) olur da, ayrılığa dayanılır mı hiç...
Hangi evlat onun kadar sever ki babasını ve hangi baba-kız ayrılığı onlarınki kadar zor olurdu ki...

Hz Fatımanın çok özel yeri olmalı Babasında...
Düşünün bir kere, diğer evlatlarının hepsini Kendi elleriyle gömmüş toprağa. Bir tek kızı kalmış geriye. 

.....

Bir çığlık hayal ettim az önce, karanlığı delip geçen...
Babası Resulullah (sav) olan bir kız evladın Babasının vefat haberinin karşılığı bir çığlık...

Ve bu şiir düştü kalbime: 

Üzerime öyle musibetler döküldü ki;
Bu elemler, gündüzlerin üstüne dökülseydi,
Nurlu gündüzler,simsiyah gece kesilirdi…

Ben birtek bu mısraları biliyordum.

Hz Fatıma'ya ait bu mersiye şiirinin tamamını bulmak için bir mini bir araştırma yaptım az önce:

“O gün ; gökyüzünün ufukları bozardı…
Gün ortasında,güneşin ziyası köreldi…
Evvel zamanların ve sonraki vakitlerin, kainatı karardı…
Peygamberin vefatından sonra dünya,
Hüzün ve kederden bir kum yığınına döndü…
Artık şimdi;Doğuların ve Batıların bütün şehirleri Ona ağlasın!
Mudar ve Yemen’in bütün kabileleri matem tutsun…
Üzerime öyle musibetler döküldü ki;
Bu elemler, gündüzlerin üstüne dökülseydi,
Nurlu gündüzler,simsiyah gece kesilirdi…
Ey, Rabbinin davetine icabet eden Babam!
Ey,Makamı Firdevs Cennet’lerinde olan Babam!
Ey, Cebraile ölüm haberine verdiğimiz Babam!
Ey, benim aziz Babam! Sana Rabbinin daveti!
Ey,benim aziz Babam! Yerin Firdevs Cenneti
Ey,benim aziz Babam! Derdimizi ancak Cebrail’e yanacağız!”


Ne güzel olur cennette beraber olsak!

Devamını oku...

24 Ocak 2014 Cuma

Müthiş Bir Anlayış...

Uykusuzluk ne zor...

Ve vakitsizlikten kıvranan bir insanın uykusuzluk çekerken, uyuma çabaları adına bir o yana bir bu yana dönmesi, saatlerce uğraşması ne anlaşılmaz...


En kıymetli vakit geceyken, niye ille de uykuya hapsolmak için çabalıyorsun diye kızıyorum kendime... 

Tamam gece uyumayınca gündüz çok zor geçiyor ama olmuyor işte, cins bir insanısın sen yine uyuyamayacaksın. Kalkmak için dakikalarca uğraşacağına baştan kalksan da, 'ilk uyandığımda kalksaydım şimdiye kadar şunları şunları yapardım' savaşından kurtulsan ya:)


Nefis hep rahatı mı istiyor diye düşünüyor insan.

Hz Mevlanaya atfedilen bir söz var ki bayılırım, altı çizili cümlelerimdendir:


"Bir işi yaparken nefsimle istişare eder, sonra ne derse tersini yaparım"


Ne müthiş bir anlayış....

Bir düşünün bakalım, bu anlayışla yaşasak hayatımız ne kadar farklı olurdu?



Hayırlı Cumalar...


Bu müthiş dua da Cuma duamız olsun:



Devamını oku...

11 Ocak 2014 Cumartesi

Herşeyi Bilen Adam



                                                           Önce bu videoyu izleyin:


Eğer açılmazsa linki burda:

http://m.youtube.com/watch?v=jLh8PsjOv1I

Bir şekilde online olan, telefonda konuştuğunuz ya da mesaj olarak attığınız hiçbir bilgi yok olmuyor..

Biraz ürkütücü değil mi? 

Aslında vakti geldiğinde herşeyin kaydedildiğini zaten göreceğiz de... 
Bu dünyada olmasa da...


Biz yine de şu internet işine dikkat etsek iyi olacak.
Bu kadar beğenilme, farkedilme isteğinde olmasak belki de:))

Videoyu gönderen arkadaşıma teşekkür ediyorum:)

Devamını oku...

5 Ocak 2014 Pazar

Oyuncağa Dönüşen Resimler:)



Ne kabiliyetler var şu dünyada!
Bazen diyorum, acaba benim de keşfedilmemiş ve keşfedilmeyi bekleyen bir kabiliyetim var mıdır?:-/
İtiraf etmek gerekirse pek ümitli değilim...

Nasıl, nerden buldum şimdi tam bilemeyeceğim ama "Childs own studio" diye bir site buldum. Bana çok orjinal geldi bayanın yaptıkları.
Şöyle ki;
Çocuğunuzun istediğiniz bir resmini gönderiyorsunuz, size yumuşak bir oyuncak olarak yapıp gönderiyor. 

Bakın bazı örnekleri bunlar:












Hoş, değil mi?

Birgün çocuğunun resmini oyuncağa dönüştürmüş nerden aklına geldiyse ve çocuğu bundan çok hoşlanınca bu işi meslek haline getirmiş. Yüzlerce yapmış şimdiye kadar...

Çocuğunuz için gerçekten hoş bir hatıra ve ilginç bir hediye olabilir. Dünyada tek olması ve ona özel olması da ayrıca güzel öyle değil mi?












Devamını oku...

20 Aralık 2013 Cuma

Ben Sevdim: "Ötesiz İnsanlar" ve Hatırlattıkları

Uzun zamandır 'ben sevdim' yazısı yazmadığımı farkettim. 
Şu sıralar gerçekten sevdiğim, en azından yayınlandığı gün hemen izlediğim bir dizi var: "Ötesiz İnsanlar"



Takip edenleriniz vardır belki, köyünden doktor olma hayaliyle kalkıp İstanbul'a gelen Elif'in hikayesi... Başörtüsü problemleri, 28 Şubat darbesinin olacağı yıllar, Şubat rüzgarlarının nasıl da insanı üşüttüğü ve tabi ki bu olayların yanı sıra mecburen örülmüş bir senaryo...

O kısma çok girmek istemiyorum, sanırım illa ki bir küçükken evlatlık verme olayı, sonra annesi ve babasıyla bir şekilde yollarının kesişme olayı, e tabi bir de gönül ilişkileri olacak. Olmadan olmuyor mu bilmiyorum ama daha bizim yapamadığımız kesin. 

Bazen diyorum şöyle bir dizi olsa; izlerken vakit kaybı olmayacak ailecek izlenebilecek güzel bir senaryosu olsa ama illa ki beni şaşırtsa, tahmin edilemese... falan... :)

Neyse biz dizimize dönelim. 

Başörtüsü yasağının mantıksızlığı, komikliği, insanı nasıl acıttığı, nasıl arada bıraktığı çok güzel işlenmiş dizide. 4. Bölümdeki o fotoğraf çektirme sahnesi, okulda çaresizde oraya buraya koşturmalar... Başına geleceklerden habersiz kurulan hayaller.. Sanırım ikna odaları da olacak yakında.
Hepsini yaşadık biz de. İliklerime kadar aynı şeyleri tekrar hissettim. 

İlk başörtüyle olmaz dediklerinde 8. Sınıf sonundaki bursluluk imtihanındaydım. Herkesin önünde 'böyle giremezsin' demeleri öyle ağırıma gitmişti ki, ağlaya ağlaya çıkıp gitmiştim okuldan. Saatlerce ağladım, hazmedemedim, kabullenemedim. Lise'de idare ettik bir şekilde, Lise 1 de imam hatip deydim, yasak orayı da vurunca Lise2 de kız lisesine geçiş yaptık. İş üniversiteye gelince, hele ki ODTÜ gibi kampüs yasağının olduğu, namı pek de hoş olmayan bir üniversiteye gelince işler zorlaştı tabi. Kendimizce çözümler bulduk yine; şapka taktık, boyunlu kazak giydik ama kendimizi hiç kendimiz gibi hissetmedik. Ben okulumu hiç sevemedim. 

Bilenler bilir; bir A4 girişi vardır, ordan girerken kulübenin arkasında yapardık değişikliği. Hiçbir zaman daha kolay gelmedi bana eşarbımı çıkarıp şapka takmak. Hep aynı acı, aynı kızgınlık içimde oturdu, hep hissettim. Bir de A1 girişinden minibüsle girerdik. Orda daha vahimdi durum.. Çünkü muhtemelen ayakta kaldığın dolmuşta tam da kapıya yaklaşmışken geçilen derin virajda ayakta zor dururken biz saçımızı göstermeden eşarbımızı çıkarıp şapka giymeye çalışırdık. Hem de garip bakışlar arasında... 

Öyle çok cümle var ki bu konuda kurulacak... Öyle çok kırık hikayem var ki bu konuda anlatacak... Ama geçti gitti artık... İçimize çizikler atarak da olsa geçti gitti. 

İşte bu dizi o günleri hatırlatıyor, yaşatıyor bana. Her seferinde gözyaşlarımı tutamıyorum. Şarkısı bile çok derinden hüzünlendiriyor beni. 

E yaşananlar bu kadar gerçek olunca da izliyorum, izlemeyi seviyorum.

Birkaç eleştirim yok değil ama işte dedim ya, o yaşananlara vurgu yapması, yapabilmesi oldukça hoş benim için.

Kısacası ben sevdim size de tavsiye ederim....

Devamını oku...

12 Aralık 2013 Perşembe

Annelik Nedir? (Kızıma Mektup)

Dün tam iki yıl oldu sen hayatıma gireli...
İki yıl nedir ki kısacık, ama sanki yıllardır benimlesin, parçamsın gibi...

Annelik bu zaten öyle değil mi...
'Canım' kelimesinin mecaz anlamdan çıkıp gerçek anlamını bulduğu,
'Şefkat' kelimesinin anlamının tüm zerrelerde hissedildiği,
Karşılıksızsız sevmenin, 
Biri acıyınca kat kat acımanın ne anlama geldiğini öğrendiğin,
Hayatının rotasını ona göre tayin ettiğin,
Merkeze onu oturttuğun, 
Yüreğinin sevme kabiliyetinin sonsuzluğunu gördüğün yer annelik...

Herşeyin en iyisi onun olsun, o incinmesin, üzülmesin, karakteri sağlam olsun, hayırlı bir insan olsun, sağlığına psikolojisine birşey olmasın....

Artık bu düşünceler beynimizi kontrol altına alan..

Annelik bu.

Kızım benim; 

Doğduğun gün, doğumun bir türlü gerçekleşemeyince çektiğim en büyük acıyı çekerken bile aklımda senin ne hissettiğin, iyi olup olmadığın vardı.

Sen bir şekilde bu koca dünyaya gelip de çığlık çığlığa bağırınca sevinç, merak, üzüntü, korku hepsini yaşadım o an. 
Ne yapsalar susmadın ya sen, korku hissim galip geldi. 'Bir problem mi var?' düşüncesi beynimi kemirdi. Dakikalarca ağladın, o dakikalar büyüdü.... Ne zamanki yanıma koydular seni, o çığlıklar kesildi ya, işte o an anladım sen benim 'can'ımdın.... Anne olduğumu da o zaman öğrettin bana...

Sayende rahmete dair ümidim arttı benim... Bu sevgiyi veren gerçekten merhamet sahibi olmalıydı çünkü..

Sen olmasaydın ben ucuz mutluluklar isminde bir blog açmış olamazdım..

Ne çok şey var yazacak, şükredecek...

Rabbim annelik duygusu tatmayan herkese bu duyguyu nasib etsin. Ve evladıyla maddi manevi imtihan olan her anneye de yardım etsin....

Bu da benden sana minik bir doğumgünü hediyesi olsun ilerde okursun inşallah:))

İyi ki doğdun kızım,

Elhamdulillah...






Devamını oku...

Kızımın Süper Doğumgünü Partisi:))

Dün kızımın doğumgünüydü. Bu postta doğumgünü partimize ait detayları paylaşmak istiyorum..
Günlerce süren "tema seçimi" aşamasından sonra, prenses temalı mı, Dora temalı mı, Hello Kitty temalı mı olsa derken en iyisi prenses kızıma prenses temalı bir parti olsun deyip aşağıdaki partiyi hazırladık. 

Günlerce süren hazırlıklar beni çok yorsa da dünyadaki en tatlı çocuk olan benim çocuğum buna değerdi:))

Fotoğraflara geçmeden önce siz sormadan beni neyi nerden aldığımı söyleyeyim, çünkü biliyorum çok merak edeceksiniz. Bu markaların çoğu Türkiye'de yoktur ama ne yapalım artık...:)

Masamız ve Prenses resimli örtümüzü Disney'den özel almıştık bugün için...

Kurabiyelerimizi -tabi ki preneses temalı- kurabiyeci Hayriyeye yaptırdık çok memnun kaldık. 

Şeker hamuruyla özenle tasarlanmış pastamız Tuba Pasta ve Dekorasyona ait..:))

Peçeteler dollar tree den (Amerikanın bir milyoncusu:))

Tabaklar ve kaşıklar (tabi ki yine prenses temalı) ikea dan özel seçildi..

Konuklarımız için hazırladığımız hediyeleri Homegood's dan aldık ve Walmart'tan aldığımız dantel detaylı paketlerle süsledik. 

Prensesimin birinci kıyafeti Macy's den.. 

İkinci kıyafetiyse görümcemin hediyesi, ayıp olmasın diye onu da giydirdim.:)

Masadaki ikramlar, beş çeşit tuzluyu Gül teyzemiz, altı çeşit salatayı Şenay teyzemiz, dört çeşit tatlıyı Yıldız teyzemiz, cookilerimizi Zeynep teyzemiz hazırladı.

Hediyelere gelince, ay neyse görgüsüzlük olmasın onu anlatmayayım artık...

DERMİŞİM...... :))))

Kimse kızmasın nolur, blog dünyasına girince bu doğumgünü partilerinin postlarını görüyorum da dayanamayıp ben de komiklik olsun diye böyle bir post hazırlayayım dedim. Herkes istediği gibi kutlar kimseye lafım yoktur. Ben acizane çocukların çok şımartılmaması, şimdiden bu tüketim çılgınlığının içine atılmaması taraftarıyım. 

Parti falan yapamadık ama evde pasta yapıp kendimiz kutladık. Sağolsun Tuba teyzemiz, zaten o gün buluşacak olunca, ben de birgün önce kızımın ertesi gün doğumgünü olduğunu ağzımdan kaçırınca bize nefis bir pasta yapmış, süslemiş... Bir de çok cici bir saat  almış. Daha ne olsun:)
Çok ama çok teşekkür ederiz kendisine.inşallah yazımızı okur;)

Bu da pastamızın resmi. Yaaa bakın ne güzel olmuş demi.. Tadı da çok güzeldi:))



Devamını oku...

7 Aralık 2013 Cumartesi

Derdimi Seviyorum...

Yıllar önceydi…
Küçük ilçemizin o zamanlar sayısı iki olan kitapçılarından birinde, kitapların arasında dolanıyordum.
Şimdi düşünüyorum hangi kitapları neye göre getiriyordu o kitapçı?  O kadarcık yere o kadar kitap nasıl sığıyordu ve o kitapları kimler alıyordu gerçekten bilmiyorum ama benim sanırım abim sayesinde küçükken içimde büyüyen o kitap sevgisi, boş vakitlerimde beni o kitapçıya götürür rafları arasında öylesine dolaştırırdı... Yıllarca da canım her sıkıldığında kendimi ilk attığım yer oldu kitapçılar...


Abim ben küçükken Hacı Bayram’dan seri seri kitap getirirdi tatillerde geldiği memleket ziyaretlerinde.. Zaten daha kapıdan içeri girer girmez gözüm valizinde olurdu; bir pişmaniye beklentisi, iki kitap beklentisi:)
Çocukken daha kolay sanırım mutlu olmak...
Ben işte peygamber hayatlarını, sahabe hayatlarının çoğunu hep o kitaplardan öğrendim. Hz İbrahim benim için ‘Allah’ı Arayan Çocuk’, Hz Yusuf da, ‘Kuyudaki Çocuk’ oldu yıllarca... Allah abimden binlerce kere razı olsun... Daha okuma bilmeden bana kitap okumayı sevdirdiği için...
Lafı uzattım yine biraz, işte böyle bir kitapçı ziyaretimde gördüğüm bu kitap başlığı beni çok etkilemiş kitabı hemen elime alıp arkasını okumaya başlamıştım. Başlık: Derdimi Seviyorum’du. Hekimoğlu İsmailin bu kitabının arkasında ise hatırladığım kadarıyla şu cümleler vardı:

Bahçenin suyunu kestiler, çiçekler sordu, meyveler döküldü ve yapraklar sarardı. Dünya dikenlere kaldı.

Kapının önüne gül diktim, sarmaşık ektim, gelip geçenlerin içi açılsın diye. İnsanlar gülleri kopardı, hayvanlar sarmaşıkları yedi, geriye yine dikenler kaldı.
Olmayan bahçenin bahçıvanını buldum, onun yanına çırak girdim "Dertlerden dert, dikenlerden diken beğen" dedi.

Anladım ki "Derdimi sevmek"le işe başlamalıyım…’

Derdi sevmek de neydi.. Ne demek istiyodu? Sonradan anladım: Çilesini çekmediğin şey senin değildi….
Ne demiş şair: Derman aradırm derdime, dediler derttir dermanın senin….
Nasılsa herkes dertli, herkesin var bir imtihanı.. Bari derdimiz Allah derdi olsun da, çektiğimiz sıkıntı işe yarasın…….
Devamını oku...

3 Aralık 2013 Salı

Kalemden Kelama...

Defalarca sepete, dolaba konan oyuncaklardan, defalarca mutfağa gidip gelip getirilen sular, meyve suları, yiyecek herhangi birşeylerden sonra....

"Oyuncak oynayalım mı?", 
"Hadi sen de gel..."
"Annemi istiyom"
"....'ı istiyomm"

.......

cümlelerinden,

defalarca çizilen kuş resimlerinden sonra.....

yatsı namazımı kılıp, 
ekmeğimin malzemelerini makinaya koyup, 
kızımı uyuttuktan sonra....

işte şimdiki, şu sıralardaki vakitlerde yani, 

eğer hala halim kalmış, kendimi yatağa atmamışsam; 

bu yazı yazmayı, kendimi dinlemeyi özlemiş olmamdandır:)

gecenin karanlığına kelimeler savurmayı, kendimle söyleşmeyi özlemiş olmaktan....

kalemden kelama birşeyler dökme isteğimdendir....

Soruyorlar 'nerelerdesin' diye, zannetmeyin ki, ucuz mutluluklar yazarı ucuz mutluluk arayışında, bulamıyor da ondan yazmıyor:) 

Tam tersi, yazının başında şikayet edip durduğum minik kuzum sağolsun, hergün bana öyle ucuz mutluluklar yaşatıyor ki, hormonların etkisiyle midir nedir bilmem iyice değiştim garip bir sevgi pıtırcığı oldum ki sormayın:)

Bir ablam vardı Ankarada, çok ciddi esaslı bir insandı, gülümsemesi bile heybetliydi hafiften sarsardı.. Ne zaman ki anne oldu, gülümsemesinin yüzüne yayılış şekli değişti benimki de o hesap, hayata bakış açım değişti anneliğimden sonra...

Pek birikti yazmak istediklerim, yazma isteğim... 

Görüşmek üzere:)




Devamını oku...

27 Ekim 2013 Pazar

Apple'a, Google'a Emanet...

Bugün Pazar... 
Hava çok güzel, tam dışarı çıkıp gezmelik..
Türkiye'de artık soğumuştur havalar da, burda tam dışarı zamanları, sıcaklar bitti havalar normale döndü.

Ama inadına bir sessizlik var her yerde... Sitedeki park yerleri dolu, arabalar yerinde. Tamam insanlar evlerinde aileleriyle birgün geçirsin de, bu çocuklar nerde? Dışarı çıkıp top oynasalar, atlayıp zıplasalar, saklambaç falan oynasalar... Hadi bu oyunları geçtim sitenin oyun parkı da boş!

Amerika'ya ilk geldiğimde dikkatimi en çok şu iki şey çekmişti;

1.Bu insanlar neden bu kadar yavaşşşş?

Markete gidip de kasada beklerken fenalık geçirmiştim kasiyerin yavaşlığı ve rahatlığı karşısında. Türkiye'de olsa bir huzursuzlanma bir stres olur kuyruktaki insanlarda ama yok.. Burda rahat herkes..
Mesela otobüse binerdim. Normalde Türkiye'de geleceğin yere yaklaşınca ayağa kalakarsın ya burda öyle değil, otobüs durunca kalkıyor yerinden yavaş yavaş ilerliyorsun. Aşağıda binecek olan sakin sakin bekliyor öbürü de sakin sakin iniyor...

Sanırım bizim gibi stresli bir hayatları olmadığından böyle...

2. Bu insanlar nerde? 
Herkesin arabası var, arabalar ucuz, benzin ucuz... Bir köpeğini gezdirenler var dışarda, bir de koşu yapmaya çıkanlar...

Tamam da çocuklar nerde... Doğa bu kadar güzelken, bu kadar yeşillik, park varken nerde oynuyorlar? O zamanlar yaşadığım yere iyi kar yağmıştı kışın. Düşünün kar oynamaya bile çıkmadı çocuklar... 

Biz delirirdik kar görünce... Karda ayak izleri yapmak, yuvarlanmak....

Nerde bu çocuklar?

Cevap acıklı biraz; herkes bilgisayarının, iphone'unun, ipad'inin daha bir sürü elektronik düşmanın başında....

Türkiye'de farklı mı durum? Sanmıyorum,.. Malesef Türkiye'de de çocuklar çok erken öğreniyorlar bu sanal dünyayı..



Kızımdan biliyorum ben daha iki yaşında bile değil ve ben oyalamak için eline hiç telefon vermediğim halde aylar öncesinden öğrendi telefonun birçok özelliğini. Baktım en iyi oyuncağı ipad olmak üzere, kaldırdım ipad'i. Sadece kızım uyurken ortaya çıkarıyorum. Ipad yok sanıyor artık...(artık blog yazamıyor olmamın bir sebebi de bu. Eskiden dışarda oynatırken bir kenarda yazı yazardım)  Telefonda da oyun namına birşey yok zaten de youtube u bile sildim. İlgisini çekecek birşey bulamasın da oyalanmasın diye.. Fotoğraflara bakıp çıkıyor sadece. 
Hadi şimdilik kendimce çözümler buluyorum da, büyüdükçe zorlaşacak biliyorum. 

Altın nesil, asosyalleşiyor, sanallaşıyor, beyinleri ölüyor dikkatimize....
Hayallerimizi, neslimizi, geleceğimizi google'a, apple'a emanet etmiş durumdayız ne olacak bilmiyorum. 

Bence uzman birileri, toplantılar yapıp çözümler alternatifler üretmeli, kafa yormalı bu soruna....
Devamını oku...

11 Ekim 2013 Cuma

Çok Sevdiğim Bir Yazı: İsmail'ini Kurban Et!

Osman Şimşek Bey'in bu yazısını uzun yıllar önce okumuştum, çok anlamlı geldiği için sizinle de paylaşmak istedim...


İsmail'ini Kurban Et!..
“Gözünün nurunu Allah’a kurban et!...”
Bu emrin muhatabı, şefkatli bir peygamber ve merhametli bir baba olan Hazret-i İbrahim aleyhisselam’dı. Gördüğü bir rüyada, senelerce önce, oğlu olursa onu Hakk’a kurban edeceğine dair söz verdiği hatırlatılıyor ve bu va’dini yerine getirmesi isteniyordu.
“İbrâhîm” Nebî, isminin menşei olarak rivayet edilen "ebün rahîm" terkibinden de anlaşılacağı üzere, “çok merhametli, müşfik, yufka yürekli bir baba”ydı. Kalbi öylesine rakîk idi ki, Cenab-ı Hak onu vasfederken, “İbrahim, gerçekten çok içli, duygulu, müsamahalı, yumuşak kalbli ve kendini Allah'a adamış bir kimse idi.” buyuruyordu. Hep âh ü enîn eden, çok gözyaşı döken, merhameti engin, sevgisi ve şefkati sonsuz resûle, “İsmail’ini kurban et!..” deniliyordu.
Koca bir yüzyılı sıkıntılarla geçirmiş, tevhidin müezzinliğini yapıp şirk sütunlarını bir bir devirmiş; kendisinden sonra insanlara yol gösterecek hayırlı bir vâris, göz aydınlığı olacak salih bir çocuk istemiş; beklemiş, beklemiş.. artık yaşlanmış, saçı sakalı ağarmış ve nihayet hayatının semeresini, insanlık ağacının “asıl meyve”sine dâyelik edecek mübarek tohumu bulmuş bir baba ile yeni açmış tomurcuk bir oğul…
Öyle bir oğul ki; babası onun gelişini yüz yıl beklemiş, o ise babasının hiç beklemediği bir anda gelmiş; gelmiş ve İbrahim’in can delikanlısı, hayatının neş’esi, aşk, umut ve zevk aşısı kutlu bir fidan oluvermiş.
“İbrahim! Bıçağı oğlunun boğazına daya ve onu kendi ellerinle kurban et!”
İşte, Allah’ın Halil’i bu mesajın şokuyla belki hayatında ilk defa korkmuş, ürpermiş.. Hangisini seçersin ey İbrahim?
Esareti mi, kurtuluşu mu? Hevesi mi, bilinci mi? Bağlılığı mı, mesajı mı? Babalığı mı, peygamberliği mi? Babalık şefkatini mi, nebîlik ciddiyetini mi? İsmaili mi, Rabbini mi?
Seç ey ibrahim!..
Biricik gönül meyveni, ciğer pâreni, ilgi, merak ve zevklerinin odağı yaşama bahaneni, -dünya cihetiyle- seni hayata bağlayan ve bu diyarda tutan her şeyi. .. oğlunu, hayır, doğrusu İsmail’ini: Kurbanlık bir koyun gibi tut, yere yatır.. ve kes şah damarını..
Yürek yakan bir hal, göz yaşartan bir sahne.. Babada rüyayı anlatacak derman kalmamış. Ruhunun inleyişlerini terennüm edecek solukları dahi tükenmiş. “Ben seni kurban etmekle emrolundum” demenin hayali bile onu titretmekte. Durumu anlatmak için defalarca niyetlenir, “İsmail” der, durur; biraz bekler, tekrar cesaretlenir, bir kere daha yavrusuna hitap eder, yine gerisini getiremez. Ama sonunda kalbini Allah’a ısmarlar, canını dişine takar ve hızla söyler:
“Evladım, rüyamda seni kurban etmek üzere olduğumu, boğazlamaya giriştiğimi gördüm, sen ne dersin bu işe!?.”
İsmail durumu anlar. Babasının rikkatli yüzüne sevgiyle bakar, yufka yüreğine canı yanar, teselli eder onu: “Babacığım! Hiç düşünüp çekinme, Hakk’ın buyruğunu yerine getirmekte tereddüte düşme. Teslim ol Rabbine, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. İnşaallah, benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!” der.
Canını Allah yolunda vermek üzere boynunu uzatabilen bir yiğit...
İtaatteki inceliği kavrayan ve Cânan uğruna kurban olmayı temsil eden tevhid delikanlısı.. İsmail.
Hakkı kabullenme noktasında öyle yumuşak ve öyle uslu duruyor ki, sanki 12 yaşında bir genç değil, “pek sabırlı bir kurban”.
Kalbi rikkat ve şefkatle çarpan Halil, önce aşkın ruha kazandırdığı gücü kullanarak kendi içinde kendini öldürür, kendi can damarını keser. İçi kendi benliğinden boşalınca, gönlü bütünüyle Allah’la dolar. O artık sadece “Hû” ile soluklanan bir canlı haline gelir.
İşte her ikisi de Yaratan’ın emrine teslim.. İbrahim oğlunu şakağı üzere yere yatırır; çabuk ve rahat kessin de cancağızına çok acı çektirmesin diye önce elindeki bıçağı biler, onu taşa çalar.. tamam, taş dahi iki parça..
Ama hayret, taşı parçalayan bıçak, pek narin bir boğaza işlemiyor..
Bu bıçak kesmiyor…
Ve bir koyun, bir de mesaj:
“Ey İbrahim! Sen rüyana sadık kalıp onun gereğini yerine getirdin, vazifeni eda ettin; Allah da İsmail yerine kurban edesin diye bu koyunu gönderdi. İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri, ihsan ehlini!”
Evet, Allah Teâlâ hiçbir zaman İsmail(ler)in kanını murad buyurmadı; O’nun kurbana asla ihtiyacı olmadı. Kesilen kurbanlıklardan maksat onların eti ve kanı da değildi. Her yerde ve her zaman sözkonusu olan insanların maddî-mânevi ihtiyacıydı. Rahmân u Rahîm, İbrahim’i “İsmail’i kurban etme doruğu”na çıkardı; ama İsmail’i kurban ettirmeden zirveyi fethettirdi. İbrahim’in torunlarından da et ve kan değil, niyetlerinde hulûs ve takva istedi.
Şimdi sen, ey bu devrin İbrahimi.. bugün de sen “kurban” emrine muhatapsın.
Senin İsmail’in kim veya ne?
Makamın mı, şerefin mi, konumun mu, kariyerin mi, yavuklun mu? Paran, evin, bahçen, bilgin, mesleğin, gençliğin ya da güzelliğin mi? Yoksa, nefsin, enâniyetin, benliğin mi?
Söyledim ya sana; İbrahim için İsmail yalnızca bir babanın oğlu demek değildi: 
Izdıraplarla geçen bir ömrün mürüvveti, acılarla dolu bir asrın mükafatı, çileli bir hayatın meyvesi, yaşlı bir babanın sevinç vesilesi, yüzyıllar sonra gelecek Medine Gülü’nün tomurcuğu, bir peygamberin nübüvvetle şereflendirilecek güzîde mahdumuydu. İbrahim’in “İsmail”i oğluydu; o oğlunu kurban etti.
Senin İsmail’in belki “kendin”, belki “ailen”, mesleğin, servetin, onurun.. İsmail namındaki sevgin, canın, aşın, maaşın...
Seni faziletli, saygın ve hürmet edilen biri yapacağına inandığın, onu elde etmek ya da yitirmemek için bütün iyilik ve güzelliklerden geçmeyi dahi göze aldığın gönlünün yongası.. işte senin İsmail’in. O bir şahıs da olabilir, bir mal da.. bir konum, bir durum, hatta bir “zayıf nokta” da.
Bırak tereddüt, te’vil ve yorumlarla oyalanmayı. Sorumluluktan kaçış yeter, kendini mesul tut. Nefisini, öz canını kurban etmeye ruhunu hazırla ki, bütün İsmailler kurtulsun. İsmailler yerine “ben”i kes.
Ey nefsim,
Gel, sen de kurban et beklentilerini, dünyevî taleplerini ve Cânan’a götürmeyen, O’nu hatırlatmayan her şeyi. Hazreti İbrahim vazife mesuliyetini babalık şefkatine tercih etti; sen de dava düşünceni bütün beklentilerinin önüne geçir; arzularını mefkûrene kurban ver; yoksa fedakarlıktan, O’nun yoluna kurban olmaktan bahis açma lütfen.
ALINTIDIR
Devamını oku...