30 Nisan 2013 Salı

Kahvaltılık "sıcak birşey" Arayanlara :)

Kahvaltılar bizim evde gerçekten özeldir...
Nedense sofrada sıcak birşey olmadan kahvaltı yapmayı sevmiyoruz. Sanırım öğrencilik yıllarından kalma bir alışkanlık bu.. Eskiden kahvaltısız gün geçirdiğim çok olurdu ama kızım sayesinde pek kahvaltısız günümüz olmuyor artık.. 

Bu tarif de işte "sıcak birşey" olarak bu sabah soframızdaydı. Öğrenciyken öğrenmiştim patatesin bu lezzetli halini. Tatlı bir Saadet ablam vardı o öğretmişti orjinalini.(ben sonradan kaşar ilave ettim)
Gerçekten ya bu patates ne mübarek sebzedir ki değişik birçok lezzete dönüşebiliyor... 
Sakın ha küçümsemeyin patatesi, tarihi o kadar da eskiye dayanmıyor. Sanırım 200 yıl kadar önce gelmiş memleketimize.. Düşünsenize Fatih Sultan Mehmet patates yiyememiş:)) 

Ana yurdu olan Amerika'da da süt ürünlerinden sonra en çok patates tüketiliyormuş. 

Bu kadar gerekli! bilgiden sonra tarifimize geçelim mi?:)

Malzemeler;

-2 patates ( patates büyükse bir patates olsun çünkü fazla gelirse içi çiğ kalabilir)
-1 yumurta
-Yarım su bardağı kaşar peyniri rendesi ( isterseniz arttırabilirsiniz)
-Tuz ve istediğiniz baharatlar
-Tereyağı

Yapılışı:

Patatesleri rendeleyin ve tereyağı hariç diğer malzemelerle karıştırın. 
Teflon tavayı biraz ısıtın ve tereyağını eritin.
Karışımı ince tabaka halinde yayın. (İnce olmazsa içi pişmeyebiliyor)
Orta ateşte altı kızarınca tabak yardımıyla ters çevirin ve diğer tarafını da kızartın. 
Sonra da Besmele çekip şükrederek yiyin. :)





Afiyet olsun

İnşallah yapar ve beğenirsiniz...

Neşeli, kahvaltılı günler diliyorum....
Devamını oku...

29 Nisan 2013 Pazartesi

Sorar mısın Allah'a....

Derler ki;


Hz Musa (as) birgün Tur dağına Allah'la konuşmaya giderken, yolda adamcağızın birine rastlar. Adam Hz Musa'yı görünce hemen yolunu keser.


-Nereye gidiyorsun ya Musa?


-Tur dağına gidiyorum. Rabbimle söyleşme vaktidir. 


Allah'la konuşmaya giden birini gördüğümü hayal ettim şimdi. Ne isterdim acaba? Neyi bilmek isterdim en çok? Beni sevip sevmediğni merak ettim ilk... Sonra bunun cevabını zaten verdiğini hatırladım:


"Benim nezdimdeki yerinizi öğrenmek istiyorsanız, kendi nezdinizde Bana ne kadar değer verdiğinize bakın"


Kendi sorumdan kendim korktum sonra ve hikayeyi okumaya devam ettim:


-Lütfen sorar mısın Allah'a, ben cennete mi gideceğim cehenneme mi?


-Olur mu hiç? Böyle şey sorulur mu? Soramam... 


dese de Allah'ın peygamberi, adam öyle ısrar eder ki, en sonunda kabul eder Hz Musa...


Tur dağında, hayal etmekten aciz olduğum o görüşmede sözünü tutar Hz Musa:


-Ya Rabbi bu adam merak ediyor, cennete mi gidecek cehenneme mi?


Cevap hepimizin birgün duymaktan korkacağı haberi vermektedir malesef...


-Söyle o kuluma, o kulum cehennemliktir. 


Ve hz Musa'ya düşen elçilik de zordur şimdi.. Nasıl söylesin adamcağıza cehennemlik olduğunu?


Adam bekler heyecanla... Öyle alelade bir heyecan değil bu.... Önemli bir sınav sonucu için bilgisayar başında beklerkenki heyecanınızı alın ve sonsuzla çarpın... Ebedi hayatın nasıl geçirileceğidir sözkonusu olan...


-Hadi söyle ya Musa, ne dedi?


Cevap vermek istemese de tabi ki kutuluşu yoktur ve aynen aktarır söylenileni:


-Söyle o kuluma, o kulum cehennemliktir!!!


Adamcağız beklenilenin aksine öyle mutlu olur ki, sevinçten zıplamaya hoplamaya başlar...


-Yanlış anladın galiba cehennemlik olduğunu söyledim...


-Olsun..


der adam


-"KULUM" demiş ya o yeter bana...


Ve derler ki, adamın bu muhabbeti, kaderini değiştirir ve adam cennetliklerden olur...


....


Elçinin cakası padişahındandır.. Padişah güçlüyse elçi karşısına çıkan her hükümdara meydan okuyabilir... Kul olmak da böyledir aslında... Büyük payedir, lütuftur... 


Sorulması gereken soru şudur :


"Kimin veya neyin kuluyuz?"


Rabbim "farkındalık" versin hepimize...


Dualaşalım....


                                                                                         

                                        


 


                       

 

Devamını oku...

26 Nisan 2013 Cuma

Geçerken Uğradık, Mutlu Olduk

Ne geçmişi değiştirmeye, ne de şimdiden geleceğe müdahele etmeye gücü olmayan insanoğlu sahip olduğu tek şeyin içinde bulunduğu o "an" olduğunun farkına varsa...

Farkına varsa da, içinde bulunduğu o "an" için verilmiş olan yeterli miktardaki sabrı geçmişe ve geleceğe dağıtmasa...

Dağıtmasa da, boşuna zaten kolay olmayan bu hayatı daha da zorlaştırmasa....

Yüzlerce bilinmeyenden oluşan bir denklem gibi hayat, önemli olan nerede duracağına karar vermek... 
Sahip olduğun o "an" sermayesini en iyi şekilde kullanmak...

Elbette ki kolay değil insanın kendini sürekli motive etmesi ama buralarda daha iyi anladım ki, mutlu olmak için ille de çaba gerekiyor... Mutluluklar ucuz da olsa, onları alabilmek için niyet ve doğru bakış açısı gerekiyor...

....

Çocuk yetiştirmek hem maddi hem manevi anlamda zormuş gerçekten. Onun dünyasına inebilmek, aslında doğal olan tepkilerini , masum ihtiyaçlarını anlayamamak... zormuş.... Güzel kızım, hep oyun oynayamam, hep seni kucağımda taşıyamam, uykun varsa yapman gereken şey çok basıt; uyuyacaksın, karnın açsa bak bu ağzına koymak istediklerime izin vereceksin... Bu düşünceler kelimelere terfi hakkına sahip değil malesef... Şükretmeyi beceremeyince insan, bazen gerçekten zor oluyor...

.......

İşte böyle zor bir gündü. Ne yapacağımızı bilemedik, o sıkıldı ben sıkıldım, ben sıkıldım, o sıkıldı... Evlere sığamadık, attık kendimizi dışarı. Nereye gideceğimize karar veremeden arabaya bindik ve yol kenarında bu şirin parkı gördük. Uçuşan kuşlar, ağaçlarda gezinen süper hızlı sincaplar, belki sadece yürümek ona iyi gelecekti biliyordum. Biliyordum da neden çıkmadım evden kaç saattir, neden üşendim???
Sanırım yarım saat kadar gezindik... O iyi oldu, ben iyi oldum, ben iyi oldum, o iyi oldu... Pek ucuz bir mutluluktu.... Kızdım kendime; bazen sanki gergin olmak istiyorsun da o yüzden sebep üretiyorsun diye....

İşte o mini park gezimizden mini fotoğraflar....




Bu ördekler bizimkilerden biraz farklı, ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. Şimdi itiraf edin; Türkiye'de böyle sahipsiz bir parkta, gayet etine dolgun bu ördekleri kendi hallerine bırakırlar mıydı sizce :)


Hepsini  gözükmese de ördek ve peşindeki yavruları pek şirindi.... 

Burdaki ağaçlarda bu sarkan otlardan çok fazla var. Değişik bir hüzün veriyorlar ağaca.




 Bu kuş parktan değil, giderken yol kenarında gördüm arabayı durdurup çektim. Ne kadar güzel değil mi...

 Bu da başka narin bir kuş....Epey uzaktaydı, zoom yapınca renkler pek güzel olmadı

 Bu kuşlar nedense bizim orada burada gezinen tavukları hatırlatıyor bana:)

 Fotoğrafa dikkatli bakın. Kuşun ayağındaki balığı göreceksiniz. Gözümüzün önünde kaptı sudan...



 Baharsızlıktan bahsetmek için erkenmiş sanırım


 Bu foto başka bir yol kenarı parkından ama paylaşmak istedim... ''Timsahları Beslemeyin'' yazıyor levhada... Hem çok komik geldi hem de korktum biraz.. Sanki martılara simit atmaktan bahsediyorlar. Daha  öce bu konuya değindiğim için kısa kesiyorum...

Her yerdeler, her yerde....


 Bizden bu kadar...:)
Hepinize, küçük sermayelerimizin hakkını verebildiğimiz günler diliyorum:)
Devamını oku...

Namazda Huşuyu Elde Etmenin Yolları

Namazda Huşuyu Elde Etmenin Yolları 1  2 3 4  5  6  7



Söz verdiğimiz gibi "Namazda Huşuyu Elde Etmenin Yolları" serisine bu yazıyla başlamış oluyoruz inşallah... Daha önce bahsettiğim gibi, yazacaklarım bir programın yazı diline geçirilmiş halinin tercümesi. Zaten o yüzden çevirirken zamiri "biz" olarak kullandım. Yani mesela "unutmayın" demek yerine, "unutmayalım" dedim.. İnanın, belki de yazacaklarımı yaşamaya en çok benim ihtiyacım var... Bu arada duramadım ve aralara küçücük eklemeler de yaptım:):


Öncelikle asr-ı saadetten bir örnekle başlayalım. Başlayalım ki, her halleriyle bize örnek olan bu yıldızlar burda da yolumuza ışık olsunlar... 

Asr-ı saadetten kısa bir huşû dersi:

Bir muharebe gecesinde, biri muhacir diğeri ensar iki sahabe sırayla nöbet tutuyorlar. Gündüz savaşın yorgunluğuyla bîtab düşmüş bu mübarekler, gece de sabaha kadar nöbet tutacak ve olası bir saldırıya karşı tetikte olacaklardı. Biri diğerine,  ‘Sen istirahat et de biraz ben bekleyeyim, sonra da seni kaldırırım’ der. İstirahata çekilen çekilir, diğeri de namaza durur. Bir ara düşman vaziyeti anlar ve ayakta namaz kılmakta olan bu sahabeyi ok yağmuruna tutar. Malesef vücudu kan içinde kalan bu sahabe, yine de namazını bitirene kadar dayanır ve bitirdikten sonra yanındakini kaldırır. Arkadaşı durumunu görünce hayretle sorar : "Niçin ilk ok isabet ettiğinde haber vermedin?" Cevap şöyledir:"Namaz kılıyor ve Kehf sûresini okuyordum. Duyduğum o derin zevki bozmak, bulandırmak istemedim."(*)

Bu zâtın içinde bulunduğu huşû atmosferini algılayabiliyor musunuz???

Namazdaki Lezzet

Namaz en güzel ibadetlerden biridir. Nasıl güzel olmaz? O, sevgiliyle söyleşme, halleşme vaktidir. Namaz kılan insan son rekatta oturup da selam verdiğinde, hissettiği duygu sadece huzurdur. 

Ibn El-Cevzi namaz için şöyle der:

"Biz bir bahçedeyiz, bu öyle bir bahçe ki burda yiyeceğimiz huşû, içeceğimiz de akan gözyaşlarımızdır.

Namazı hakkını vererek edâ eden bir insanın ruhu kendiyle değildir artık... O ruh arş-ı alâya doğru yola çıkmış gibidir...

Belki bazılarınız bu insanların eski döneme ait insanlar olduğunu düşünebilir. Hep deriz ya, zaman değişti, asır başkalaştı...Ama hakikat öyle değil; yapmamız gereken sadece namazın önemini kavramak, ve huşû'nun sırlarını yakalamaya çalışmak... Böylece de bu namaza has lezzeti hissetmek... Bunu başarabilirsek namazımızı "kılayım da aradan çıksın" aceleciliğinden kurtarıp,bizi sıkıntılardan kurtaran dört gözle beklediğimiz sığınacak bir yer haline getireceğiz... Ve bitmesini asla istemeyeceğiz...Efendimiz'in(sav) "namaz benim göz aydınlığım" dediği gibi belki de..

Hadi hep birlikte bu sırrın kilitlerini açmaya çalışalım ve namazı bizi Rabbimize direk ulaştıran bir asansör haline getirelim....

Birinci Adım

Bu konuda atmamız gereken ilk adım "huşû" anlayışımızı değiştirmek... Huşû ile namaz kılmak sadece namaza konsantre olmak ve etrafımızdakilerden etkilenmemek değil.. Belki de bu sadece   huşûnun en alt mertebesi. Şöyle de diyebiliriz sanki bu mertebeyle biz sadece kapıyı açmış oluyoruz ama daha keşfedilmesi gereken kocaman bir ev var...huşû denilen merdivenin derinlik içinde derinlikleri var....

Belki aramızdan bazıları "konsantre olmak bile yeteri kadar zor" diyebilir. Öyle ya hangimiz namazda dünyalık düşünmüyoruz...işte yapmak gereken şey namaza başlamadan önce bu farkındalığı oluşturmak... Diyelim ki, her vakit için 10 dakika harcıyoruz. Bu demek oluyor ki günde 50 dakikamızı namazla değerlendiriyoruz. Bir saat bile değil... Geri kalan yirmi üç saatse hala bu dünya için kullanılmayı bekliyor. Söz konusu olan 24 saatte 50 dakikayken biz bu 50dakikayı tamamen Allah'a verebilir miyiz yoksa bu 50 dakikayı da dünyaya mı heba edeceğiz?

Namaza başlamadan önce ilk bunu düşünelim. Düşünelim ki, nefsimiz bize "konsantre olmak çok zor" diyemesin- çünkü inanın bunu başarabiliriz. Unutmayalım ki, Allah'ın huzurunda olmanın lezzeti, bu dünyaya dair namazımızı bıçaklayan ne varsa hepsinden tatlıdır...

Daha Çok Derinleşmek

Bir sonraki adım da "okuduklarımızı anlayabilme" adımı. Anlayabilme ve tefekkür edebilme... Programı sunan zat burda demiş ki : "şimdi size namazda sizinle en çok rekabet halinde olan nedir diye sorsam ne cevap verirsiniz?"....

Kimseden ses çıkmayınca ne demiş biliyor musunuz?

Namaz kıldığınız yerdeki sütunlar...( belki biz duvar da diyebiliriz)
Evet, bildiğiniz dokunduğunuz sütunlar... Evde, işyerinde veya mescidde karşılaştığınız herhangi bir sütun sizin rakibiniz... Pei ama neden???

Çünkü eğer namazda ayaktaysanız, sütun sizden çok ayakta kalır. Eğer secdedeyseniz, o sizden çok secdededir. Eğer tesbih çekiyorsanız, inanın o sizden çok tesbih çeker. Nasıl? Allah Kitabında buyurmuştur:


وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلَكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ
“Hiçbirşey yoktur ki, O'nu övüp tesbih etmesin,ancak siz onların nasıl tesbih ettiklerini anlamazsınız" (17:44).

Ve:

أَلَمْ تَرَ أَنَّ ٱللَّهَ يَسْجُدُ لَهُۥ مَن فِى ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَمَن فِى ٱلْأَرْضِ وَٱلشَّمْسُ وَٱلْقَمَرُ وَٱلنُّجُومُ وَٱلْجِبَالُ وَٱلشَّجَرُ وَٱلدَّوَآبُّ وَكَثِيرٌۭ مِّنَ ٱلنَّاسِ ۖ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ ٱلْعَذَابُ

"“Bilmez misin ki göklerde ve yerde bulunan kimseler,
hatta güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün canlılar
ve insanların da bir çoğu Allah’ın yüceliğine secde ediyorlar.
İnsanların çoğu hakkında ise azap hükmü kesinleşmiştir. Allah’ın zelil kıldığını aziz edecek kuvvet yoktur." (22:18)

Biliyorum "ama ben Kur'an okuyorum" diyeceksiniz. Gerçek şu ki, Kuran okuyan birtek siz değilsiniz...

Ancak, eğer sütuna, ya da papağana ne anladığını sorsanız, size cevap veremeyecektir. O zaman dönüp kendimize şu soruyu sormalıyız "onlardan az da olsa üstünlüğümüz olmalı değil mi?"
Kaç defa söylediğimiz "semi allahu limen hamideh" ne demek mesela? 
Peki ya tahiyyat? Neden acaba her oturduğumuzda okunmamız istenmiş? 

İnşallah bu seride bütün bunların anlamını öğreneceğiz ve inşallah huşûyu elde etme adına bir adım atmış olacağız...

Son bir şey...

Lütfen "ben yapamam" demeyin. Cenab-ı Hakk bize huşûyu emretmişse ulaşılması imkansız değildir öyle değil mi? O bize ulaşılması imkansız olanı emretmeyecek kadar merhametlidir... Arapça bilmiyor olsak bile... Allah bu emri verirken bizim Arapça bilmeyeceğimizi de biliyordu öyle değil mi?

O zaman yapabileceğimize inanalım. Çaba gösterelim ve inşallah elde edelim. Unutmayalım ki, Allah cömerttir, bizim hayallerimizden çok daha fazla cömerttir... Eğer biz O'na adım atarsak, O bize koşarak gelir...

Allah buyurmuştur:


وَٱلَّذِينَ جَٰهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ۚ وَإِنَّ ٱللَّهَ لَمَعَ ٱلْمُحْسِنِينَ

“Ama bizim yolumuzda cihad edenleri, elbette kendi yollarimiza eristirecegiz. Hiç süphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.”(29:69)

O zaman, önce Bismillah diyelim, ve inşallah sonunda en azından şu andakinden daha fazla huşûyla namaz kılıyor olalım...


(*) Ebû Davud, Tahâret, 78; Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve, 3/378-379; Yusuf Kandehlevî,  
Devamını oku...

25 Nisan 2013 Perşembe

Kısa Bir Blog Hikayesi, Kalb Kalbe Karşıdır ve Teşekkür:)

Bugün "blog" konuşacağız biraz... 

İnternet denen bu koca, bu her "şey" in olduğu dünyada "blog" kavramını keşfetmeme sebep olarak gösterebileceğim ilk neden mutfaktaki acemiliğimdir sanırım. Ben evlendiğimde yemek yapmayı hiç  bilmiyordum. Hatta evlenip evimizi tuttuğumuzda istediğim ilk şey internet bağlantısı oldu. Bir de tehdit savurdum "yoksa aç kalırsın" diye...:)

Sonra bir baktım blogculuk diye bir kavram var. İnsanlar "paylaşıyor"... Fıtratımızda var bu, bilmek, bilinmek istemek... Tabi ki tek sebep bu değil ama farkettim ki, çoğumuzun kaybolduğu günlük işler içinde birileri ihtiyaç hissedip blog yazıyor ve bir şekilde mutlu oluyor. Bu tam bana göre birşeydi aslında. Çünkü ben yazı yazmayı, notlar almayı hep çok sevdim. O yüzden hep yazmak istedim ama iki temel problemim vardı : 

-Zaman sıkıntısı yaşıyordum ( 16 aylık bir kızım var ve 24 saat yapışık şekilde yaşıyoruz)

-Bilgisayarım yok:)

Hadi ilkini hallettik diyelim, ikincisi de önemli sayılır değil mi? Bilgisayar yok ama ipad var ( ki benim en yakım arkadaşımdır kendileri, hediyedir bana, kıymetlidir) . Ipad de blog ne kadar yazılabilir, teknik işler ne kadar halledilebilir bilmiyordum.

Benim bir Ayşe ablam var tatlı bir yemek blogusahibi kendisi. Ona sordum, blog açmalısın, iyi oluyor, kendi dünyan oluyor dedi..bu olumlu karar vermemdeki ilk adim oldu.(onunla alakalı ayrı bir post hazırlayacağım inşallah)

Sonra birgün bir yemek sitesinde linkini gördüm bu zarif bayanın. Tıkladım, inceledim, sevdim. Hatta üstüne bir de mail attım. Anlattım derdimi, blog açmak istiyorum ama dedim bilmiyorum yazabilir miyim... Yüreklendirdi beni. Blog ayrı bir dünya oluyor, kafası değişiyor insanın... Gerçekten öyle oldu, iyi ki açmışım.

Daha bir ay bile olmadı ilk yazımı yayınlayalı. Bir hafta kadar sonra arkadaşlarımı haberdar ettim bloğumdan.. Kimi "bakalım ne kadar devam edebileceksin?" dedi, kimi "blog entellerin işi" dedi, kimi "zamanın çok galiba" dedi. Hayır tam tersi. Ben kızımla o kadar meşgulüm ki, bu meşguliyetin  içinde bir terapiye ihtiyacım vardı. Yurt dışında yaşıyorsanız çok kiminiz kimseniz olmuyor. Baktım rüzgarın önünde savrulan yapraklar gibiyim, geçiyor gidiyor günler...en sonunda bir deneyeyim bakalım dedim ve açtım bloğumu.
Sadece kızım uyuyorken yazabiliyorum ya da dışarı çıkıyorsak ve o kendine zarar vermeyecek biçimde oynuyorsa... Ama bukadarı bile iyi geldi bana, sevdim bu işi.. 
Ipad de blog tasarımı zor oluyor biraz.. Ayrıntılara girip uzatmayacağım da, geceleri eşimin bilgisayarından ve yapabildiğim kadarını da ipad den idare etmeye çalıştım. Araştırdım, ne nasıl eklenir, blogger nasıl birşeydir.... E benden bu kadar oldu. Sonra bahsettiğim o zarif bayanın sitesinde bir duyuru gördüm. Şablon çekilişi yapacakmış... Duyurulur ben de bu çekilişe katılacağım inşallah....:) belki bana çıkar ;)

Kendisine herşey için çooook teşekkür ediyorum....

Şablon çekilişi ile ilgili bilgi almak ve bu zarif bayanla tanışmak için tıklayın...




Devamını oku...

23 Nisan 2013 Salı

İnsanı İnsan Kılan Namaz ve Bir Yazı Dizisi



Namaz Serisi  1  2  3  4  5  6  7

Keşke hakkını vere vere edâ edebilsem de namazdan konuşmaya yüzüm olsa... Ama bu bakış açısıyla bakarsam hiçbirşey konuşamayacağım için başta kendi nefsime hitaben yazmalıyım belki de...

Namaz denince söylenmiş ve söylenecek o kadar söz var ki...

Aklıma hep asr-ı saadette yaşanan şu olay gelir benim ilk:


Ölüm döşeğinde olan bir delikanlı bir türlü kelime-i şahadet getiremiyor, dili dönmüyordu. Her dertlerinde başvurdukları gibi yine Efendimiz aleyhisselatü ves selam'ın kapısını çalıp durumu arzettiler sahabe efendilerimiz...sorulan ilk soru:

-O genç namazlarını kılar mıydı?

-Evet kılardı Ya Resulallah

deyince ancak, başka birşey olduğunu anlar Allah Rasulu(sav). Genç, Efendimiz'i (sav) gördüğü halde şehadet getiremeyince annesini çağırtır. Meğer annesi hakkını helal etmezmiş de ondan dili dönmezmiş. Anne hakkını helal edince gencin dili çözülür, kelime-i şehadet getirir ve ruhunu teslim eder...



Bu olayda ana fikir anne hakkının önemi belki ama esas dikkat çeken husus namazın baraj sorusu oluşu. O eksikse herşey eksik demek ki...

Öyle ya, başka hangi ibadet için beş defa davet ediliyoruz... Ve acaba günde beş defa çağrıldığımız hangi davete icabet etmeyiz?

Belki de en önemlisi namaz bize Rabbimizin cebrî bir lütfu. Bizim O'nun kapısına nasıl gitmemizi istiyorsa hepsini namazın içine yerleştirmiş. 
Secdeyi vermiş mesela, en yakın yere yükselelim diye..
Tahiyyatı vermiş mesela, Habibiyle arasındaki diyaloğa şahit olup bir kere daha tasdik edelim diye. 
Salli Barik diye bildiğimiz duaları vermiş mesela, en güzel salavat bu, selamını böyle gönder diye.
Fatiha'yı vermiş sonra her kelimesi hazine, bana böyle dua edin diye... 
Ne diyoruz Fatiha suresinde "bizi doğru yola ilet". 5 vakitten 40 rekat namazda, 40 kere söyleriz bu duayı. Boşuna mı "birşeyi kırk kere söylerseniz olur" deniyor.. 
Ah bir de kalbimiz eşlik etse söylediklerimize...

O zaman şöyle diyebilir miyiz namaz yoksa irtibat yok. Kaç Mümin hergün Kur'an-ı Kerim okuyordur ki... Ama namaz kılıyorsa ister istemez okuyacak... O zaman Rabbimiz kitabıyla irtibatsız kalmamızı da istememiş..

Şu dilin O'nun kelamını söylemediği güne gün mü derim ben?....





Aylar önce, sanırım Kuveyt'te Arapça yayınlanan bir program olmuş. İsmi "Namaz'ın tadını nasıl alırız?" ( كيف تتلذذ بالصلاة) . Namazla ilgili çok güzel tesbitler var bu programın her bölümünde. Geçenlerde bir internet sitesinde İngilizcesine rastladım, çok hoşuma gitti. (Rabbim istifade etmeyi, hayata geçirmeyi de lütfetsin) ben de yapabildiğim kadarıyla tercümesini, belki küçük değişiklerle ara ara yayınlamaya karar verdim. Yani bir namaz serisi başlayacak inşallah...

Ama bu seriye başlamadan önce yıllar öncesinde okuduğum "işte bu benim"  dediğim bir yazıyı paylaşmak istiyorum sizinle...




Devamını oku...