dua etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dua etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül ve o çocuk

Ne çok şey yazılmıştır Eylül 'é dâir..
Hangi kitaptan olduğunu bilmediğim bir kitap cümlesi bile var dilimde:

"Her eylül bir başlangıçtır. Seç bir eylül gel, sıra sende"

Başlangıçtır doğru.

Aslında sene başı Eylül olmalı, Ocak değil...

Yakmaz, üşütmez. .

Rengi sarı sanki...

Eylül deyip de hüzün demezsek olmaz! Öyle değil mi annecim? Anneme göre eylül hüzündür, evet...
Hayır annecim yapraklar ağaçları terk ettiği için değil,  babam bizi terk ettiği için bu böyle...

Evet, Bodrum'da sahile vuran çocuk beni de yaktı. O fotoğrafı her gördüğümde nefes alışım değişiyor.
Hele kızım suratımdaki ifadeyi görmüş olacak ki, heyecanla koşup " neye bakıyorsun anne ben miyim o resimdeki?" deyince....
Hayır kızım hayır sen değilsin deyip nasıl sarıldım ona..
Bencil!

Anne olmak insanı güçsüzleştiriyor!
Oysa o çocuk için de kıyafetler alındı, bizimkilerden farklı olsa da gelecek planları yapıldı, hastalandiginda üzülündü.  O çocuk da oyuncak oynadı, güldü, koştu...
Umuda çıkılan bir yolculuktu belli ki, sonucu umut değil cennet oldu.
Kulağa hoş geliyor böyle deyince, evet belki dünyanın dikkatini çekmeye sebep oldu o minik vücudun...

Mesele zaten sen değilsin,  dedim ya sen cennettesin,  mesele bu dünyayı bu hale getiren insanlarda...

Nasıl bu kadar acımasız olunabiliyor,  aklım almıyor.  Artık dünyadan nefret ettim iyice. Hele ki memleketim, canım ülkem.... hasretle gelmek istediğim güzel ülkem ne ara bu hale geldi, nasıl oldu?
Öyle yabancı hissediyorum ki kendimi...
Nasıl ya, nasıl bu kadar kirlendi burası....

O çocuk bedenini görmek duyguları ayağa kaldırdı sadece.

Ya evet yine herkes konuşuyor , lanet okuyor falan... Bakalım kaç gün sürecek...
En azindan birkaç gece ellerimizi açıp ağlayarak dua etsek... yalvarsak... bakın o zaman samimiyet var denebilir belki.

Çünkü herseyin bahanesi olabilir ama dua edememenin hiçbir bahanesi yoktur.

Çünkü  dua mevzuya ne kadar önem verdiğimizi gösterir !

O resmi görmek istemiyorum artık... kumsalda yüzü koyu yatan çocuk ölüsü değil görmek istediğim,  kalksan keşke... kalkıp kumlarla falan oynasan...
O zaman daha az utanırım belki insanlığımdan..

"Allah bizi insan eyleye" demiş Alvar imamı.... ne anlamlı dua!

Dedim ya, aylardan eylül... Küçük harfle yazacağım işte: eylül..

Ve hayır , o fotoğrafı paylasmayacağım....

Devamını oku...

24 Ocak 2014 Cuma

Müthiş Bir Anlayış...

Uykusuzluk ne zor...

Ve vakitsizlikten kıvranan bir insanın uykusuzluk çekerken, uyuma çabaları adına bir o yana bir bu yana dönmesi, saatlerce uğraşması ne anlaşılmaz...


En kıymetli vakit geceyken, niye ille de uykuya hapsolmak için çabalıyorsun diye kızıyorum kendime... 

Tamam gece uyumayınca gündüz çok zor geçiyor ama olmuyor işte, cins bir insanısın sen yine uyuyamayacaksın. Kalkmak için dakikalarca uğraşacağına baştan kalksan da, 'ilk uyandığımda kalksaydım şimdiye kadar şunları şunları yapardım' savaşından kurtulsan ya:)


Nefis hep rahatı mı istiyor diye düşünüyor insan.

Hz Mevlanaya atfedilen bir söz var ki bayılırım, altı çizili cümlelerimdendir:


"Bir işi yaparken nefsimle istişare eder, sonra ne derse tersini yaparım"


Ne müthiş bir anlayış....

Bir düşünün bakalım, bu anlayışla yaşasak hayatımız ne kadar farklı olurdu?



Hayırlı Cumalar...


Bu müthiş dua da Cuma duamız olsun:



Devamını oku...

5 Temmuz 2013 Cuma

Hayirli Cumalar



                                                       Hayirli Cumalar,
                        Rabbim kalbinizden gecen dualari hayirlisiyla kabul etsin... 
            Guzel anlarin kiymetini bilip idrak edenlerden olmayi nasip etsin insallah...

Devamını oku...

2 Temmuz 2013 Salı

Sabah Akşam Alınması Gereken Başka Bir İlaç

Dua etmenin kul için aslında ne anlama geldiğinden bu yazımızda bahsetmiştik.
Latif ve Kerim olan Rabbimiz bize güzel olanı emrettikten sonra, o güzelliğin uygulamasının nasıl olması gerektiğini de öğretmiş, ve yaşayışıyla bizlere en güzel örnek olan (sav) da, hayatında bizzat bütün bu güzellikleri uygulayarak mevzuun olabilirliğini isbatlamıştır.

İşte dua da, Efendimiz'in (sav) hayatının her anında olan bir güzellik, belki de en sevdiğine bağlanma şeklidir... Evet O (sav) tam bir dua insanıdır.

Dua mecmuasını incelerken görmüştüm; Efendimiz (sav) abdest alırken, camiye girerken, camiden çıkarken, namazın içinde ve akabinde, yemek yerken, uyumadan önce, gece kalktığında, aynaya bakarken, rüzgar eserken, yağmur yağarken, gök gürlerken, her işinde, her faaliyetinde ve her durumda değişik şekillerde ve muhtelif ifadelerle dualar etmiştir. Horoz öterken bile ettiği özel bir dua varmış, düşünsenize...

Böyle bir insanın sürekli Allah'la irtibat halinde olduğu aşikardır, öyle değil mi?

Ben size daha önce, Resulullah'ın ettiği dualardan paylaşmak istediğimden bahsetmiş ve konuya da sabah akşam dualarıyla başlamıştım....

İşte bugün de yine böyle bir duadan bahsetmek istiyorum. Bizler biliyoruz ki, daha önce kabul edilmiş dualarla dua etmek duanın makbuliyetini arttırdığı gibi, Resulullah'ın (sav) kelimeleriyle, tavsiyesine uygun olarak dua etmek bize hem sünnet sevabı kazandıracak, hem de herşeyin en güzelini bilenin yaptığını yapmış olma garantisini...

Öyleyse bugünün duasına geçelim:

بِسْمِ اللَّهِ الَّذِي لا يَضُرُّ مَعَ اسْمِهِ شَيْءٌ فِي الأَرْضِ وَلا فِي السَّمَاءِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ.

Adı(nın anılması)yla ne yerde ve ne de gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın ismiyle ki, O Semî ve Alîm’dir.


  İzah: Hulefay-ı Raşidîn Efendilerimizden biri olan Hazreti Osman’dan (radiyallahü anh) rivayet edilen bu dua hakkında Efendimiz (aleyhisselam) bizlere şu güzel haberi veriyor: “Her kim bu duayı her günün sabahında ve her gecenin akşamında üç defa okursa artık ona hiçbir şey zarar veremez.”

Ebû Davud’da geçen başka bir rivayette ise Efendimizin ”hiçbir belaya maruz kalmaz” dediği nakledilmiştir.

Ayrıca bu hadis-i şerîfin rivayetinde şöyle bir de hadise nakledilir: Hadisin ravîlerinden olan Ebân ibn-i Osman (radiyallahü anh) kısmî bir felce maruz kalır. Ondan bu hadîsi duyan arkadaşlarından birisi, ona, başına gelen bu hadiseyi îma eder bir tavır içinde bakmaya başlayınca Hazreti Ebân ona: ”Niçin bana öyle bakıp duruyorsun? Hadis-i şerif gerçekten de benim size naklettiğim gibidir; ben yalan söylemedim. Benim bu durumuma gelince, ben bu gün o duayı okumayı unutmuştum. Allah’ın (celle celâlühû) kaderi de işte bu şekilde tecellî etti” der. Bu hadiseden hareketle olsa gerek, öteden beri, mezkûr duanın herhangi bir felç rahatsızlığına karşı insan için bir kalkan mesabesinde olduğu yönünde yaygın bir kanaat varolagelmiştir.

        (Sahîh-i Buharî, Deavât, 3310; Sünen-i ibn-i Mace, Dua, 3809)

Burda mevzuyu sadece bir felç hastalığına bağlamak hadis-i şerifin anlamını daraltmak olur. Bizler biliyoruz ki, başımıza gelen musibetler, hastalıklar elbette ki bu dünyadaki bir takım sebeplere bağlanmıştır. Aynı şekilde çözümü de bu dünyada bulunmaya çalışılmalıdır.
Sözgelimi kanser olan bir insanın bu bana Allah'tan geldi deyip tedavisini bulmaya çalışmaması cebrilik olur, asla bu şekilde yapmamalı tedavisi için her yolu denemelidir.

İşte hadiste geçen 'yerden birşey ona zarar veremez' kısmı bu anlama işaret eder.

Ancak diğer taraftan yine biliyoruz ki, bazı hastalıklar da, tedaviye cevap vermemekte, belki başka sebeplere dayandırılmaktadır. İşte hadisteki 'gökten zarar verme' ifadesi de buna işaret eder.

İster öyle, ister böyle her iki durumda da insan, “Müsebbibü’l-Esbâb” (yani tüm sebeplerin yaratıcısı) olan Allah’a sığınmak mecburiyetindedir. Çünkü yapılan tedavilere tesir gücü vermek ve şifayı ihsan etmek, sadece ve sadece Allah’ın elindedir. Hatta, insan hissiyatı açısından meseleye baktığımızda, netice itibarıyla Allah’a sığınma daha makul ve daha mantıkîdir.

O zaman diyebiliriz ki, bu duayı ettiğimizde başımıza gelmesi muhtemel belalara karşı kalkanımızı kuşanmış olacağız.

Hey, yanlız dikkatinizi çekerim bunu ben değil Resulullah (sav) söylüyor...:)

O zaman devayı çeşitli yerlerde arayıp, 'kardeş bana bir oku, içim daralıyor' diyen insanlara bu duayı tavsiye edebiliriz:)
Tabi önce kendi hayatımıza yerleştirmemiz lazım...

Devamını oku...

22 Haziran 2013 Cumartesi

Berat Kandili Duasi; Belki Okuyup 'Amin' Demek Istersiniz...

Berat Kandiliniz mübarek olsun..
Kandille alakalı bilgi ya da hususiyet paylaşmak yerine sadece şu hadisi yazmak istiyorum:

"Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:

İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim.
Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.
Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."
(İbni Mâce, İkame, 191)

Sanırım bu müjde yeter önemini anlamak isteyene...
Rabbim "isteyin vereceğim" diyorsa gönülden isteyen seccadesine oturur o zaman...

Bu hafta hep dualardan gittik. Böyle bir dua gecesinde de duayla devam edelim mi? Hem duamız külliyet kesbetsin öyle değil mi? Belki daire büyüdükçe makbuliyet artar, belki biri 'Allah razı olsun' der de, Allah razı olur...

Allahümme Ya Ferd, Ya Hayy, Ya Kayyum, Ya Hakem, Ya Adl, Ya Kuddüs...
Sen, ayıpları ve çirkinleri bu dünyada örttüğü gibi ötede de örtecek olan Settar,
Sen, maddi hastalıklara şifa verdiğin gibi manevi hastalıklara da şifa verecek olan Şafi,
Sen, tevbeleri kabul eden Tevvab,
Dualara icabet eden Mucib'sin...

Bizler bu isimlerini Senden öğrendik ve bu isimlerinin hakkı için Sana yalvarıyoruz:

Dünyanın her yerinde, Senin Adınla yaşayan kardeşlerimizin müşküllerini hallet, ayaklarını, ayaklarımızı kaydırma...

Tüm dünyaya güzel günlerin gelmesi, insanlığın gerçek insanlığa ermesi adına ne sorumluluğumuz varsa hepsini yerine getirmemiz için bize yardım et...

Şimdiye kadar bilerek, bilmeyerek, kimseye bildirmeyerek işlediğimiz tüm günahlar için tek tek af dileniyoruz, bizi affet...

Bizleri Kuran-ı Kerim'i okuyup anlayanlardan, anlayıp uygulayanlardan olabilmeyi nasib eyle...

İbadetlerimize derinlik, bizlere de şuur nasib eyle....

Sahip olduğumuz tüm güzellikler, bildiğimiz tüm hakikatler.. Hepsi Senin lütfundur. Şimdiye kadar nasıl hak etmediğimiz halde verdiysen, bu nimetlerin devamını ötede de istiyoruz. Bizlere ötede de lütfunla muamele eyle...

Attığımız her adımda Sana yaklaştığımız, aldığımız her nefeste Seninle dolduğumuz bir ömür istiyoruz, lutfeyle...

Adını anarak Sana en yakın olduğumuz an can vermek istiyoruz, ölümümüzü de kolay eyle...

Öldükten, kabre konduktan sonra kabri cennet bahçelerine çevrilenlerden olmak istiyoruz, nasib eyle...

Tekrar dirilip mahşerde nereye gideceğimizi bilemezken, Efendimizin(sav) 'sen de bendensin, gel' deyip kevserine götürdüklerinden olmayı diliyoruz, nasib eyle...

Sırat köprüsünden geçerken sırat köprüsünün 'çabuk geç ateşimi söndürüyorsun' dediklerinden olma istiyoruz, lutfeyle...

Cennet'ul firsevsine girip, cemalini görmekle şereflenenlerden olmak istiyoruz, bizlere bunu da hediye eyle...

Bütün bunları kendimiz ve sevdiklerimiz için istiyoruz Allah'ım....

Bu yazıyı okuyan herkesin de gönüllerinden ne dualar geçiyorsa hayırlısıyla kabul eyle, sıkıntılarını gider Ya Rabbi...

Ve bu duaları da, bu yazıyı okuyan ve 'amin' diyen en ihlaslı kardeşim yüzü suyu hürmetine, katından geri çevirmediğin dualarla birlikte kabul eyle....

Amin....



Devamını oku...

15 Haziran 2013 Cumartesi

Parantezsizlik...

Her insan korkar mı yanlış anlaşılmaktan? 
Konuşurken açıklama yapma isteği bütün insanlarda var mıdır? 
Hele ki derdimizi anlatıyorsak nasıl da açıklamalar yaparız, öyle değil mi? 
'Böyle olduğundan şöyle oldu, şöyle olduğundan da böyle...'
Eğer bir de suçluysak bilemeyiz nasıl ikna edeceğimizi, açıklamaları dizeriz arka arkaya, bahane uydurduğumuzu hissetmesin diye ordan burdan laf getiririz....

Parantezler açarız yani, yetmeyen cümlelere...
Dipnotlar düşeriz sayfa altlarına...

Bitmez anlatmalarımız, nefsimiz için olan avukatlığımız...

Parantez lazım insaoğluna, açıklamalar yapsın karşıdaki bizi yanlış anlamasın diye.....

Ben sevmiyorum parantezleri.. Açıklma yapmasam, ben anlatmadan bilse, beni gerçekten anlasa, söylediklerimi zaten biliyor olsa, kalbimdekilerden, hem de benim bile habersiz olduklarımdan haberdar olsa...

Ve ben ona gittiğimde kelimelerin yükünden kurtulsam...

Biliyorum anladınız demek istediğimi, dua etmekten bahsediyorum...

Parantezsiz konuşabildiğim, en yakınım, en gerçek dostum, anlatacaklarımı zaten bildiği gibi, istediğim herşeyi -bana gerçekten lazımsa- verebilecek olandan bahsediyorum...

Kabir azabından korunmamız için her akşam okumamız tavsiye edilen Mülk suresinde ne buyuruluyor bakın:

“13 – Sözünüzü ister içinizde gizleyin, ister açığa vurun, hepsi birdir. Zira Allah gönüllerin künhünü dahi bilir.
14 – O yarattığı mahlûkunu hiç bilmez olur mu?
(İlmi herşeye nüfuz eden, herşeyden haberi olan) latîf ve habîr O’dur.”

Ben çok seviyorum bu ayeti. Bir yerde de bu ayetle edilen duanın makbuliyetinin fazla olduğunu okumuştum.

Herşeyi zaten biliyor!

Ne diyor Mektubatta:

"Dua eden adam anlar ki, Birisi var onun hatırat-ı kalbini işitir"

Ve bunun için dua edilir. O'nunla konuşmak için...

Bizim elimizi kaldırıyor oluşumu O'nun bize 'buyur kulum' demesindendir zaten...

Başka bir ayet:" Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var"

Çok ciddi bir söz bu aslında. İsterseniz tersten bakalım:

Duan yoksa önemsizsin. Namazı bitirip elini kaldırmadan seccadeni topluyorsan mesela... Gece yatıp sabaha kadar uyuyorsan ya da... En kıymetli zamanları kaçırıyorsan yani, O'nunla paylaşmıyorsan.... Ehemmiyetsizsin!

Neden bu kadar önemli peki? 

Dua eden adam acizliğini kabul etmiş demektir.  Dua eder çünkü ihtiyaç hisseder, bu his de acizliğini kabul edince gelir... Secde bu yüzden Yaradana en yakın yerdir; aciz olduğumuz, küçülebildiğimiz kadar küçüldüğümüz için... Ve bu yüzden de kıymetlidir namaz... İçinde 80 kere secde olduğu için...

Yine tersten bakalım mı? 

Dua etmeyen, ihtiyaç hissetmiyor demektir, ihtiyaç hissetmeyen kendini büyük gören demektir, kendini büyük görende hakim duygu kibirdir ve kibir; şeytanı şeytan yapmıştır!

Çok matematiksel bir anlatım oldu ama öyle matıklı gerçekler ki bunlar... 

Yine bir alim sözü:

"Bir kul helak edilecekse kalbinden önce dua etme isteği alınır"

Ellerimizi kaldırmadan kalkmayalım seccadeden...

Unutmayın, parantezlere ihtiyacınız yok:)




Devamını oku...

9 Nisan 2013 Salı

1. Lema




Bu ders tarihini tam hatırlayamamakla birlikte aylar öncesine ait oldğundan emin olduğum bir ders:

-Bildiğimiz gibi akşam namazı ile yatsı namazı arasında okunması tavsiye edilen bazı ayetler var. Bunların bazıları peygamberlere ait dualar. İşte birinci lemadaki dua da bahsi geçen dualardan Hz Yunus'a ait olanı.

İsterseniz önce Hz Yunus (as) ın kıssasını hatırlayalım:

Yûnus Aleyhisselâmın başından geçenler kısaca şöyle:
Cenabı Hak, Hazreti Yûnus’u Ninova halkına peygamber olarak gönderdi.
Ninova, bugün Irak sınırları içinde yer alan o tarihlerde yüz bin nüfuslu bir şehirdi. Şehir halkı puta tapıyor, her türlü kötülüğü işliyordu.
Yûnus Aleyhisselâm onlara hak dini anlattı ama Ninovalılar peygamberlerine kulak vermediler.
Cenabı Hak, kırk gün içinde başlarına büyük bir felâketin geleceğini haber verdi.
Yûnus Aleyhisselâm bu haberi onlara duyurdu, ama hiç oralı olmadılar.
Otuz yedinci gün gelince felâket belirtileri görülmeye başladı.
Hava karardı, etrafı korkunç bir hal aldı. Ama onlarda en ufak bir değişiklik yoktu. Uyanmıyorlardı.
Sonunda Hz. Yûnus halkına kızdı ve şehri terk etti. Sahile gitti, orada hazır duran bir gemiye bindi.Gemi denize açıldı. Fakat biraz sonra sağa sola yalpa yapmaya başladı.Gemide bir suçlu vardı. Efendisinden kaçan bir köle bulunuyordu.Yolcular arasında kura çektiler. Üç seferinde de kura Hz. Yûnus’a çıktı.Çünkü bir peygamber olmasına rağmen Rabbinden izin almadan halkını terk etmişti.Vakit geceydi, deniz dalgalıydı. Hz. Yûnus kendini kaldırdı, denizin ortasına attı.

                                                                                                     Birinci Lem'a

Hazret-i Yunus İbn-i Metta Alâ Nebiyyina ve Aleyhissalâtü Vesselâm'ın münacatı, en azîm bir münacattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır. Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette

لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

münacatı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur.

-Sizce burda neden dua ifadesi yerine münacat ifadesi kullanılmış?

-Münacat daha çok sıkıntılı zamanlarda esma-ul husna ile dua etmek...bir nevi arz-ı hal de diyebiliriz. Hz Yunus as da burda sadece durum bildirip pişmanlığını dile getiriyor. İlle de beni balığın karnından kurtar demiyor.Arz-ı hal... Münacat da bu olsa gerek, Veysel Karani hazretleri gibi...

Şu münacatın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünki o halde ona necat verecek öyle bir zât lâzım ki; hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semaya geçebilsin. Çünki onun aleyhinde "gece, deniz ve hut ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine müsahhar eden bir zât onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faideleri olmazdı.



-İsterseniz kıssadaki hisseyi alabilmek adına hepimiz kendimizi Hz Yunus as ın yerine koymaya çalışalım. Belki bu kadar sıkıntılı durumlara maruz kalmadık ama biz de genel olarak hep sıkıntılı anlarımızda Allah' a daha çok sığınmıyor muyuz? Sebeplerin çoğunlukla ortadan kalktığı, kendimizi küçücük hissettiğimiz o anlar Allah' a en çok sığındığımız anlar değil mi? Kendimizi aciz ve zavallı hissettiğimizde kapıyı daha bir korkuyla, daha güçlü çalmıyor muyuz? Belki de bu yüzden acz insanı Allah' a yaklaştıran en kısa yol...

İşte Hz Yunus da balığın karnında O'nun kudretini hissetmiş ve belki de bu yüzden yani kudrete güvendiği için ümidini kaybetmek yerine Allah' a sığınmıştı.

Demek esbabın tesiri yok. Müsebbib-ül Esbab'dan başka bir melce' olamadığını aynelyakîn gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münacat birdenbire geceyi, denizi ve hutu müsahhar etmiştir.

-Evet aslında esbab sadece bir perdedir. Bazen elde etmek istediğiniz bir şey için uğraşır, çabalarsınız ama bir şekilde olmaz. Ama yönetmen ne derse o olur... Bunu şöyle misallendirebiliriz;
Bizler sahneye çıkmış oyuncular gibiyiz... Elimizde bir senaryo, oyunu yöneten bir yönetmen var ve sahneden in dendiğinde de inmek zorundayız. Oyunculuk gereği de senaryoyu beğenmesek de üzerimize düşeni yapmak durumundayız. Dikkat etmemiz gereken şeyse, rolümüzü istenildiği şekilde oynamak... O zaman şöyle diyebiliriz; dünya hayatı da bir oyun gibi.. Yönetmen ne derse o olur:)

- Ayne-l yakin ifadesini duyan var mı daha önce?

????

Ayne-l yakin de imanın derecelerinden biri... Bildiğiniz gibi üç derece var: ilme-l yakin, ayne-l yakin, hakka-l yakin... Misallendirecek olursak dışarda yağan yağmurun sesini duyup yağmur yağdığına inanmak ilme- l yakin, perdeyi açıp yağmuru görmek ayne- l yakin, çıkıp ıslanarak müşahede etmekse hakka-l yakin....

Sırr- ı tevhid meselesine gelince; tevhid deyince ne geliyor aklımıza?

-Allah'ın bir olması

-Peki "tevhid tutkunu olmamız lazım" desem bundan ne anlarız? Bu cümleyi bir yerde okumuş ve gerçekten çok etkilenmiştim.

- Tevhid tutkunu olursak Allah'ın var ve tek olduğunu zerrelerimizle hissetmiş oluruz. Bu da sebeplere esir olmamamızı sağlar.

- Evet, istediğimiz herşeyi O'ndan ister verecek kudreti olduğundan da emin olduğumuz için kendimizi güvende hissederiz.

- Hani Efendimiz sav "bir kere la ilahe illallah diyen cennete girer" diyor ya belki de O bu hadisele bize bu hakikatleri anlatmak istedi... Peki sırr-ı ehadiyet deyince ne anlıyoruz?

-Ehadiyet Allah'ın bir olması değil mi?

-Evet ancak ehadiyette daha bir özel olma sözkonusu. Vahidiyet genelse ehadiyet özel diyebiliriz. İkisi arasındaki fark 20. Mektup 2. Mektupta ayrıntılı bir şekilde anlatılmış, belki sonra orayı da okuruz....

Ehadiyette hususi bir teveccüh sözkonusudur. Peygamberlere de genelde bu şekilde hususi teveccühler lütfedilmiştir.

O zaman diyebiliriz ki, Hz yunus bu münacatıyla tevhid tutkunu olduğunu göstermiş, kapıyı hususi misafirlere mahsus çalabilmiştir ve kapı böyle çalınınca da sebepler alt üst olmuş, Hz Yunus kurtulmuştur....

O nur-u tevhid ile hutun karnını bir taht-el bahr gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağ-vari emvac dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, Kamer'i bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdid ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede etti.

-Şecere-i yaktin uzun yapraklı bir ağaç olduğu için Hz Yunus o ağacın altımda dinlenebilmiştir. Başka bir sohbette Hz Adem'in de şecere-i yaktin altına indirildiğini dinlemiştim...

İşte Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müdhiş bir vaziyetteyiz.

-İnsan bu cümleyi okuyunca şöyle bir irkiliyor değil mi? Gece vakti, fırtınalı denizde , balığın karnında olan birinden nasıl daha kötü durumda olabiliriz ki? Var mı fikri olan?

-Onun içinde bulunduğu durumda en fazla bu dünyası biterdi, sonuçta o bir peygamber ama bizim öbür tarafa dair bir garantimiz olmadığına göre biz daha zor durumdayız denebilir.

-Evet çok doğru....

Gecemiz, istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir.

-Gece ile istikbal arasında nasıl bir bağlantı var sizce?

-ikisinin de karanlık olması olabilir mi?

-Olabilir tabi. İstikbal de bizim için bilinmez olduğundan karanlık diyebiliriz....

Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz, hutumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.

-Heva-yı nefsimizin, diğer bir ifadeyle bitmek bilmeyen isteklerimizin de balığa benzetilmesi manidar olmuş değil mi? Bizi yutan kocaman birşey ama aynı zamanda eğer O'na sığınmayı becerebilirsek kontrol altına girip bize hizmet edecek birşey...

Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır. Çünki onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'a iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbib-ül Esbab olan Rabbimize iltica edip

لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ”

demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki; gaflet ve dalaletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve heva-yı nefsin zararlarını def'edecek yalnız o zât olabilir ki; istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir.

-Tıpkı Hz Yunus' u kurtaracak olanın hükmünün hen gece, hem deniz, hem balığa hükmetmesi gerektiği gibi bizi kurtaracak olan da hem dünyayı hem istikbali hem nefsimizi idare altında tutmalı. Ve biz herşeyle bu kadar alakadarken, diğer bir ifadeyle dünya dertleriyle boğuşup, istikbal korkularıyla yaşarken, aynı zamanda nefsimize söz geçirmeye çalışırken hepsini kontrol altında tutandan yardım istemezsek kaybedenlerden olabiliriz...


Acaba Hâlık-ı Semavat ve Arz'dan başka hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hatırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu emvacından kurtaracak, hâşâ, Zât-ı Vâcib-ül Vücud'dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette onun izni ve iradesi olmadan imdad edemez ve halaskâr olamaz.

-Kalbimizdeki herşeyi bilmesi... Bunu hissedebilmek öyle güzel ki. Asla yanlış anlaşılmayacağımız, açıklamalar yapmaya, parantezler açmaya gerek olmayan... Ne diyor mülk suresinde , yaradan bilmez mi hiç? O latif ve Habirdir... Herşeyden haberdardır.

Madem hakikat-ı hal böyledir. Nasılki Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'a o münacatın neticesinde hutu ona bir merkûb, bir taht-el bahr ve denizi bir güzel sahra ve gece mehtablı bir latif suret aldı. Biz dahi o münacatın sırrıyla

لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.

لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza, اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz.

- لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize: çünkü bahsettiğimiz tevhid tutkunu olmakla içimizde geleceğimize dair hissettiğimiz tüm korkuları emniyete çevirebiliriz.

سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza: O' nun sanatlarını okuyup her eksikten uzak olduğunu hissetmek de yine O'na olan bağlılığımızı arttıracak..

اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize: yine nefsimize karşı avukat değil savcı olarak, eksikliğimizi bilerek....

Ta ki, nur-u iman ile ve Kur'anın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılab etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvacı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur'an-ı Hakîm'in tezgâhında yapılan bir sefine-i maneviye hükmüne geçen hakikat-ı İslâmiyet içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur'anla, o terbiye-i Furkaniye ile; nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun.

-Burda da şu sinema perdesi meselesinin üzerinde durursak, sinema perdesi de hareketli, bizi izledikçe zevklendiren birşeydir. Üstad da belki de o yüzden bu ifadeyi kullandı çünkü kainatta da sürekli bir hareket sözkonusu....

Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibariyle sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizazatından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrasından müteellim oluyor. Ve nasılki hurdebînî bir mikrobdan korkar; ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasılki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasılki küçük bahçesini sever, öyle de hadsiz ebedî Cennet'i dahi müştakane sever. Elbette böyle bir insanın Mabudu, Rabbi, melcei, halaskârı, maksudu öyle bir zât olabilir ki, umum kâinat onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyarat dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvari (A.S.) لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeye muhtaçtır.

- Evet, o kadar çok şeyden korkuyor, o kadar çok şey istiyor ama aynı zamanda o kadar da çok aciziz, öyleyse tek kurtarıcı O olmalı ki bizi bunca karmaşıklık içinde emniyette hissettirsin...o zaman diyebiliriz ki biz bu münacata Hz yunusdan daha fazla muhtacız.

Rabbim hz Yunus gibi hissederek söylemeyi nasib etsin....

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ”


Devamını oku...