30 Eylül 2013 Pazartesi

Kaybettiğim Devenin Peşinde....



 


Bazen diyorum ki, keşke bloğuma sadece beni tanımayan insanlar girseydi çünkü o zaman bazı şeyleri, bazı duygularımı yazmak daha kolay olurdu. (Tabi bu sadece 'bazen' dediğim birşey) genel itibariyle burdan beni tanıyan ya da tanımayan herkese ulaşmak oldukça zevkli oluyor. Hatta çoğu zaman tanıdığım dostlarımla hissiyatımı paylaşmak oldukça mutluluk verici diyebilirim. Ama ben aslında eskiden sıkıntılarını dertlerini çok paylaşabilen biri değildim. Kendi içimde yaşamak, daha çok etrafımdakilerin sorunlarını dinlemek bana kendimi unuttururdu ve sanırım bundan da yaşama gücü alırdım. ( belki de hep bu yüzden psikolog olmayı çok istedim) 

Diyeceğim o ki, bazen hayatınızda birşeyler yaşıyorsunuz, pek de kimseyle paylaşmamışsınız, paylaşmak da istemiyorsunuz ama hissiyatınızı yazasınız var,yaşadığınızı değil de hissiyatınızı....anladınız siz beni çok uzatmaya gerek yok. :)) 
Bu yazı da bir  hissiyat paylaşımı olacak.

Takip edenler farketmiştir uzun zamandır yazamıyorum, eski heyecanım yok gibi.. Malesef öyle oldu biraz ama bu isteksizlik sadece bloğuma karşı değil hayatımdaki herşeye karşı yaşadığım bir problem. Öyle ki makinaya çamaşır atıp çıkarmak, kızımın ortadaki oyuncağını kutusuna koymak bile gözümde büyüdükçe büyüyordu. Böyle oldukça da kendime sinir oluyor, sinir oldukça da tembelleşmeye devam ediyordum. Annem bile kıyıp da bırakamadı, biletini yakıp Türkiyeye dönemedi sağolsun. Herşeyi ayarlayan Rabbim tatlı bir süprizle çıkıp gelen annemi meğer bu süreçte yanımda olsun diye göndermiş.... Şimdi bile gözlerim doldu bu rahmeti hissedince:)

Dedim ya, özel şeylerimi yazmayı sevmiyorum ama anlatacaklarımı anlatabilmek için yazmam gerekiyor sanırım. O yüzden hala bu garip yazıyı okumaya devam ediyorsanız bundan sonraki kısmı okurken yazdıklarım kendi başınıza gelmiş gibi okuyun olur mu?

Şimdi ilk olarak bir anne hayal edelim. Çocuğu vaktinin büyük bir kısmını alan, eşi fazlasıyla stresli bir dönemden geçtiği için ona destek olması gereken, çok mutlu etmek istediği annesi yanı başında kendince sağlık problemleri yaşayan, daha yazmak istemediğim bazı sıkıntıcıkları olan...( siz buraya kendi sıkıntılarınızı ekleyin)

Sonra bu annenin bazı sağlık problemleri olsun. Sürekli midesi bulansın, her kokudan rahatsız olsun, kendini çok yorgun hissetsin, hep uyumak istesin, hormonların etkisiyle mi şımarıklıkla mı hissiyatına söz geçiremesin. Herşeye sinirlensin, tepkileri sivrelsin. Evine, eşine, annesine, çocuğuna, arkadaşlarına, tatil için yanına gelmiş yeğenine karşı sorumluluklarını yerine getiremesin. Sebebini de anladınız....

Sonra başka bir anne düşünün çocuğu down sendromlu olsun. Dolayısıyla fiziksel ve zihinsel rahatsızlıkları olsun... Bebeğinin gözlerine bakarken onu hem çok sevdiğini hissetsin hem de o koca burukluğu yaşasın. Ben herşeyi normal gelişen kızımın basit sorumluluklarından kaçarken, o bebeğinin emeklemesi için de yürümesi için de, anne demesi için de, tuvalete gitmesini öğrenmesi için de yıllarca beklemek zorunda olsun. Ben kızım ilerde ne olacak acaba diye düşünürken, o evladımı okulda arkadaşları çok üzecekler mi acaba diye düşünsün... Belki çok ilerisini düşünmemek adına zihnine bariyerler kursun... 
(Eğer 15 ay kadar önce dünyaya gelen yeğenim down sendromlu olarak dünyaya gelmeseydi, ve ben bu fikre yeğenimle de olsa alışmış olmasaydım, abimin ve yengemin sabrını ve kabullenmişliğini bu kadar yakından görmüş olmasaydım ve tabi ki yeğenim bu kadar şirin olmasaydı bu bahsettiğim ikinci anneyi hayal ederken en az on kat daha fazla acı çekerdim)

Ben niye durduk yerde bu ikinci anneyi hayal etmiş olabilirim.. Tabi ki bebeğimin down sendromu test sonucum pozitif çıktı diye... İşte o an 'dert' dediğim herşey anlamını yitirdi. Sahip olduğum tüm güzellikler gözümde kıymetlenerek belirdi. Ucuz mutluluklar isminde blog yazan benim için, uzun zamandır ucuz mutluluk bulmayı beceremezken, günlük hayatta yaşadığım herşey birden ucuz mutluluk oluverdi. Sahip olduğum zenginlikleri tek tek sıraladım da, niye bu kadar sabırsız ve tahammülsüzdüm diye ağlamaktan kendimi alamadım. Hatta bu his beni test sonucundan daha çok üzdü. Tokat yemiş gibi.... İki günlük bir acıdan bahsediyorum size... İki günlük bir şamardan... Çünkü iki gün içinde birşeyleri yanlış hesapladıklarını farkedip testi tekrar yaptılar ve sonuçlar temiz çıktı. Ama ben bu iki günde daha çok sahip olduklarımı farkedemeyişime üzüldüm. 

Hani Allah bir kulunu sevindirmek istediğinde ona önce devesini kaybettirir sonra da buldururmuş ya, o hesap...

Şimdi tabi ki bilemem evladım sağlıklı olacak mı, daha da önemlisi hayırlı bir evlat olacak mı ama derdi veren Rabbim dermanı da verir, kaldırabilecek gücü de... O'ndan gelen baş göz üstüne elbet... Ama işte dediğim gibi beni bu kendime getiren tokadın şiddeti daha çok etkiledi sanırım. Şefkat tokatıdır, alınması gereken ders de alınmıştır inşallah...

Bu yazıyı yazmamın tek sebebi bir farkındalık oluşturabilmek.. İsterseniz siz de benim gibi hayatınızı gözden geçirin, sahip olduğumuz o kadar güzellik var ki... Şikayete hakkımız yok!

Bilmem ki hissiyatımı tam anlamıyla aktarabildim mi...

Ah bir de şu insanoğlunun en büyük derdi 'unutmak' olmasaydı....

Dualaşmak lazım...

Devamını oku...

15 Eylül 2013 Pazar

Namaz Serisi; Besmele ve Fatiha Suresine Giriş (11)

Yazdiğım uzun bir yazıyı kaydedeyim derken silmiş olmanın siniriyle, aynı heyecanı hissetmeyi umarak tekrar başlıyorum yazıma...

Bu seriyi takip edenler bilir en son Subhanekeden bahsetmiş ve artık Besmele çekmeye gelmiştik..

Şimdi sıra namazdaki çok kıymetli yerlerden birine, O'nun isimlerini zikrettiğimiz kısıma geldi; Besmele.. (Kendisini zikretmemiz için söylememizi istediği cümlede isim olarak Rahman ve Rahim isimleni seçen Rabbime sonsuz hamdolsun...)
Besmele hissederek söylenirse insanı huzur ve sakinlik iklimine çeker- zaten kalbimiz O'nun ismini zikretmekten başka nasıl tatmin olacak ki? Başlı başına hazine olan bu cümleyi söylemek kişinin kalbine rahatlık ve huzur vereceği gibi onu birçok şeyden de koruyacaktır. (Bu konuyla ilgili şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim)

Hani anlatılır;

Mecnun derdinden deliye dönünce yakınları onu hacca götürürler. İlk günlerde yapılması gerekenleri yaptıkça gerçekten de iyiye gider Mecnun. Ama son gün Mina'da adamın biri akrabalarından birine 'Leyla!' 'Leyla!' Diye seslenince Mecnunun derde müptela olur yine... İsmi her duyduğunda adeta kalbi kanar Mecnun'un.. İşte sevenin sevdiğinin ismi anılınca girdiği ruh hali budur... Keşke biz de Besmeleye böyle bakabilsek...

Allah (cc). Şöyle buyurmuştur: 

 Ey îmân edenler! Bir (düşman) ordu(su) ile karşılaştığınız zaman, artık sebât edin ve Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz. (8:45)

Bazı alimler tefsirlerinde bu ayeti yorumlarken şöyle açıklamıştır. Kişi savaş anında bile, o anda bile sevdiğini hatırlamalı ve O'nun adını zikretmelidir. ( Rabbimiz son nefesimizde de dilimizden adını eksik etmesin...) 
Zaten başka kimimiz, dua edecek başka hangi sığınağımız var ki... Başka kim bize daha merhametli ki?

Yani, Bismillahirrahmanirrahim dediğimizde bu birazdan Rabbimizle aramızda başlayacak diyaloğa bir giriş niteliği taşır. Ve Fatiha'yı okumaya başladığınızda Allah size cevap veirir. Aslında sürekli okuduğumuz bu surenin anlamını bilmemek kelimenin tam anlamıyla ayıptır. Bu sure (bildiğimiz) Cenab-ı Hakk'ın bize cevap verdiği tek suredir.
Peki bu kıymetli surenin sırları nelerdir???

Fatiha Suresi

Elhamdu lillahi Rabbi-l alemin ( alemlerin RBbi olan Allah'a hamdolsun)

Hamd kelimesi hem övme hem teşekkür anlamı taşır. Ayrıca hamd hem sevmeye hem de tazim etmeye ( yüce görmeye ) işarettir. Fazlasıyla derin anlamları olan bu kelimeye inşallah bir dahaki yazımızda değineceğiz...

Resulullah(sav) bu kelimeyle alakalı şöyle buyurmuştur: 

الحمدلله تملأ الميزان

“Elhamdulillah mizanı doldurur ” (Muslim)

رب العالمي

Bu ayet de 'alemlerin Rabbi' anlamına gelir. Rabbimiz öyle bir Rabb'dir ki, herşeye Kadir, terbiye edici, herkesin ve herşeyin sahibidir. Burda alemler ifadesinden kasdedilen tüm yaradılmışlar, yani insanlar, hayvanlar, cinler, melekler.. Bunların hepsi alem olarak nitelendirilmiştir. (Ve Allah şu an ben bu satırları yazarken aklımdan geçenleri tam olarak bildiği gibi, dağın başındaki böcekten de, uzaydaki galaksilerden de haberdardır. Hani bir tabir vardır kara gecede kara taşın altındaki kara karıncanın ayak sesini duyan Rabbim... İşte O alemlerin Rabbidir ve aslında Alemlerin Rabbine hamdolsun derken, hissedilmesi gereken bu büyüklüktür.)
Melekler alemi, hayvanlar alemi, insanlar alemi... derken bu kasdedilmektedir ve bu şekilde küçük ve büyük herşeyi, hatta bakteri ve hücreler için bile kendi dünyalarından bahsetmiş oluruz.

Dünyanın akıl almaz karmaşıklığını göstermek için örnek olarak kanın bir damlasındaki akyuvarları gösterebiliriz. Bir damla kanda 7000 den 25000 e kadar akyuvar bulunur ve hepsini kontrol eden Bir'i vardır...

Geriye sadece 'alemlerin Rabbi olaran Allah'a hamdolsun demek kalıyor öyle değil mi?

Fatiha suresine bir dahaki yazımızda devam edeceğiz inşallah...

Devamını oku...