13 Eylül 2015 Pazar
Ecdadın Hassasiyeti, Kanuni'nin Mektupları
8 Eylül 2015 Salı
Akıl/Vicdan Tutulması & Neden?!
İki günde 30 şehit verilmiş bir ülkede yaşanan bir gece...
"Vatan sağ olsun" cümlesi ne kıymetli bir cümleymis. Söyleyemeyince işin içinden çıkılmıyor.
Sahi niye oluyor bütün bunlar?
İnsanlar nasıl bu kadar kötü olabiliyor..
Haberleri okudum az önce. Millet Kürtlere saldırıyormuş batıdaki illerde. İyi de neden?
Sonra düşünüyorum; bu saldıran, aklı yetmeyen heyecanlı insanlar doğuda Kürt olarak doğsalardı.... Zamanında Kürtlerin gördükleri zulmü görselerdi, kesin onlar da dağa çıkardı. Yanlış anlaşılmasın o zulmü görünce dağa çıkmak normal falan demek istemiyorum, elbette değil... Demek istediğim, teröristler askerimizi şehit etti diye masum Kürt 'e saldıran zihniyetle, zulüm görüp dağa çıkma akılsızlığını yapan zihniyet ne kadar da birbirine benziyor... Şeytan aynı damarı kullanıyor... Nasıl bir akıl tutulması bu, ya da nasıl bir vicdan tutulması...
Yıllardır oynanan oyunu görmek, biz kardeşiz, bunu hissetmek, en önemlisi ortak paydamiz var kocaman: dinimiz!
Bunları anlamak bu kadar zor mu?
Nasıl teselli olacak şimdi geride kalanlar?
"Vatan sağolsun" yetecek mi??
2 Eylül 2015 Çarşamba
Eylül ve o çocuk
Ne çok şey yazılmıştır Eylül 'é dâir..
Hangi kitaptan olduğunu bilmediğim bir kitap cümlesi bile var dilimde:
"Her eylül bir başlangıçtır. Seç bir eylül gel, sıra sende"
Başlangıçtır doğru.
Aslında sene başı Eylül olmalı, Ocak değil...
Yakmaz, üşütmez. .
Rengi sarı sanki...
Eylül deyip de hüzün demezsek olmaz! Öyle değil mi annecim? Anneme göre eylül hüzündür, evet...
Hayır annecim yapraklar ağaçları terk ettiği için değil, babam bizi terk ettiği için bu böyle...
Evet, Bodrum'da sahile vuran çocuk beni de yaktı. O fotoğrafı her gördüğümde nefes alışım değişiyor.
Hele kızım suratımdaki ifadeyi görmüş olacak ki, heyecanla koşup " neye bakıyorsun anne ben miyim o resimdeki?" deyince....
Hayır kızım hayır sen değilsin deyip nasıl sarıldım ona..
Bencil!
Anne olmak insanı güçsüzleştiriyor!
Oysa o çocuk için de kıyafetler alındı, bizimkilerden farklı olsa da gelecek planları yapıldı, hastalandiginda üzülündü. O çocuk da oyuncak oynadı, güldü, koştu...
Umuda çıkılan bir yolculuktu belli ki, sonucu umut değil cennet oldu.
Kulağa hoş geliyor böyle deyince, evet belki dünyanın dikkatini çekmeye sebep oldu o minik vücudun...
Mesele zaten sen değilsin, dedim ya sen cennettesin, mesele bu dünyayı bu hale getiren insanlarda...
Nasıl bu kadar acımasız olunabiliyor, aklım almıyor. Artık dünyadan nefret ettim iyice. Hele ki memleketim, canım ülkem.... hasretle gelmek istediğim güzel ülkem ne ara bu hale geldi, nasıl oldu?
Öyle yabancı hissediyorum ki kendimi...
Nasıl ya, nasıl bu kadar kirlendi burası....
O çocuk bedenini görmek duyguları ayağa kaldırdı sadece.
Ya evet yine herkes konuşuyor , lanet okuyor falan... Bakalım kaç gün sürecek...
En azindan birkaç gece ellerimizi açıp ağlayarak dua etsek... yalvarsak... bakın o zaman samimiyet var denebilir belki.
Çünkü herseyin bahanesi olabilir ama dua edememenin hiçbir bahanesi yoktur.
Çünkü dua mevzuya ne kadar önem verdiğimizi gösterir !
O resmi görmek istemiyorum artık... kumsalda yüzü koyu yatan çocuk ölüsü değil görmek istediğim, kalksan keşke... kalkıp kumlarla falan oynasan...
O zaman daha az utanırım belki insanlığımdan..
"Allah bizi insan eyleye" demiş Alvar imamı.... ne anlamlı dua!
Dedim ya, aylardan eylül... Küçük harfle yazacağım işte: eylül..
Ve hayır , o fotoğrafı paylasmayacağım....
1 Eylül 2015 Salı
Geldim...
Nasıl başlasam diye düşünüp duruyorum.
Aylar oldu yazmayalı.
Blog yazmak daha doğrusu yazı yazmak için , yazmaya harcadığın zamanın ötesinde, düşünmeye vaktin olmalı.
Kendini dinlemeye... Bense, öyle yoğun bir yıl geçirdim ki ne kendimi dinlemeye fırsatım oldu ne de yazmaya...
Sonra, şimdilerde, hayatıma yepyeni bir başlangıç yapmışken, -aslında yerleşik hayata yeni geçtiğimden sanırım- hayata yeni başlamisken düşünmeye vaktim oluyor yine..
Önce zihnimde oturuyor bazı şeyler dinliyorum, düşünüyorum , yetiniyorum, yetinmeye çalışıyorum, ille de hatırlatıyorum... üç gün diyorum, üç gün...
Velhasıl yine yazasım geldi:)
Ama heyecan yaptım nasıl başlasam ne desem ki falan diye...
Sonra güldüm kendime.
Sanki yüzlerce insan benim açıklama yapmamı bekliyormus gibi niye düşünüyorsam :) yaz istediğini , kimi okur kimi okumaz, kimi merak eder kimi etmez... kimi hala buralardadir, kimi unutmuş gitmiştir....
Velhasıl sanırım ben geri geldim....
Başımı kaldırdım ve işte burayı gördüm, evimin manzarası...
Tam yazı yazılacak yerdeyim yani:)
2 Ağustos 2014 Cumartesi
Veee Türkiye'deyim...
Ne çok şey biriktirdim yazacak bir bilseniz...
Dört yıl önce hayatımın ikinci sezonuna geçiş yaparken gitmiştim Amerika'ya. Şimdi dönüş yaptım artık kapattım Amerika defterini.
Özlediğim birçok şeye kavuştum yani, hasret giderdim, gideriyorum... Her ne kadar bu sefer de başka özlemler biriktirmeye başlamış olsam da... :)
Dünya bu zaten, özlem biriktirme yeri. Bir tarafı tamamlarken başka tarafı açıkta bıraktığın yer.
Cenneti isteyebilelim diye asla doyuma ulaşamayacağımız yer de diyebiliriz...
İki çocukla 2,5 saat Florida'dan New York'a uçtuktan, orda 7 saat kadar bekleyip 11 saat de okyanusları aşıp geldikten ve üstüne de 7 saat zaman farkını ekledikten sonra geldik güzel ülkeme. Saat farkına falan kolay alıştık da, Amerika'da şu şöyledi bu bu kadardı dönemindeyiz daha. Bakalım ne kadar sürecek tamamen alışmamız... :)
Zor oluyor illa ki... Aldığın eşyayı toparlarken, ya da bırakıp da giderken biriktirdiğin hatıraları da bırakıyorsun. 'Bunu son yapışım'lardan kurtulamıyorsun bir türlü. Sonuçta eş olmayı, anne olmayı orda öğrendim ben, önemi büyük benim için Amerika'da geçirdiğim yılların...
Yine de ezan sesleri, camiler, çocukluğumu geçirdiğim evim, odam, kitaplarım, mektuplarım, hediyelerim, okul yollarım, alışveriş yaptığım esnaf, park gezmeleri,annemin elinden tutup üzerinde yürüdüğüm duvar (şimdi ben kızımın elinden tutup yürütüyorum:))...
Bütün buralarda tekrar nefes almak değişik oldu, hoş oldu. Hele benim gibi boğazına düşkün birinin deli gibi özlediği iki şey vardı ki onlara kavuşmak ayrıca hoş oldu.
İlki bizim buraların lezzetli pidesi (ki hayali bebek beklediğim dönemde ağzımı sulandırıyordu:))
İkincisi de "kızım evimize gidince ne yapacağız?" diye sorduğumda "Özkaymaktan dondurma yicez anne" diyecek kadar sık tekrar ettiğimiz dondurma yeme şöleni.
Kakao, sade, karamelli :)) (fotografını çekmek bile sabır gerektiriyordu, sabredemedim:))
Sonra anneciğimin yaktığı ateşte közlenmiş patlıcan, domates, biber, patates....
Değişik oluyor insan, çocukluğunu yaşadığın yerlere çocuğunla dönmek güzel:)
Amerika'da özleyeceklerimi ve özlemeyeceklerimi yazacağım inşallah en kısa zamanda. Özleyeceğim çok şey olsa da memleketimde olmak güzel.
Kübra's life, part 3, soon.... :))))
28 Haziran 2014 Cumartesi
Ramazan Geldi, Hoşgeldi:)
İşte senenin en kıymetli misafiri geldi...
Misafirliğinin ilk günü bugün.
Kabul, bu yıl biraz zorlayacak bizi. Ama zorladıkça daha çok kazandıracak, daha çok yükseltecek.
Yeter ki biz çenemizi azıcık kapalı tutalım, mızmızlanmayalım, şikayet etmeyelim...
Çok kazanmak için, ikramiyeler için nelere katlanmıyoruz, bu da öylesi oluversin...
Düşünün ki kıldığınız her rekat namaza, okuduğunuz her sayfa Kuran'a yüzlerce kat fazladan sevap veriliyor.
Kapılar açılmış demeyeceğim, belki kapı bile kalmamış arada...
Değmez mi zorlamaya, değer elbet!
Ama delik deşik etmeyelim orucumuzu olur mu? Orucun savmı olsun bizimkisi...
Gıybet etmeyelim, yalan söylemeyelim, kötü söz çıkmasın ağzımızdan kalp kırmayalım ki, sağlam kalsın orucumuz.
'Tövbe tövbee oruç ağzımla' diyiverip susalım:))
Aman çocuklarımıza bu farklılığı yaşatmayı unutmayalım. Tekne oruçlarını ödüllendirelim, misafirliklere gidelim, misafir alalım.... Sahura kaldırıp en sevdiklerini yapalım...
Varsa Ramazan programlarını kaçırmayalım...
Velhasıl 'ne güzelmiş bu Ramazan' dedirtelim...
İnşallah....
Ayın sonunda kazananlardan olalım.
Hayırlı, bereketli, mutlu Ramazanlar....