Sayfalar

28 Haziran 2013 Cuma

Adı: Focaccia!!

Bahsetmek istediğim o kadar çok kitap var ki aklımda.. Ama malesef buraya getiremediğimden, hepsi memleketimde şimdilerde yanlız ve soğuk olan odamda kaldığından, ben de kitap tanıtımı yaparken içinden alıntı yapıp sayfalarının fotoğrafını çekmek istediğimden:) elim gitmiyor bir türlü yazmaya... Evet, pdf'ini aradım, online da baktım en sevdiklerimi bulamadım. Yazarın mail adresini bulsam ondan bile isteyecektim ama onu da bulamadım:)

Eee kitap tarifi veremeyince ben de yine ekmek tarifi vereyim dedim. İnsan ekmeğini hergün kendi yapınca ( Allahım ekmek makinasının yaptığı ekmeğe kendi yaptığım dediğim için beni affet:)) en çok ekmek tarifi veresi geliyor.
Hele bir de güzel olursa.. Bir de bakmışım fotoğraflarını çekiyorum.

Geçenlerde yatmadan önce makinaya ekmek malzemesi koymaya üşendim. Ya işte bazen bu kadarcığına bile üşenebiliyor insan...
Ertesi gün de ekmeksiz kalınca makinanın kitapçığında hamuru herşeyiyle 45 dk'da hazır olan bu ekmeği deneyeyim dedim.



Sevk-i ilahi olmuş, iyi ki de demişim. Pek lezzetliydi...

Adını telafuz etmekten aciz olduğum bu ekmek: İtalyan Yassı Ekmeği olarak da bilinen Focaccia!

Şimdi, italyan yassı ekmeği demek nerdeee, Focaccia demek nerdee. Siz bu ekmeği yaparsanız sofraya Focaccia diye getirin, havanız olsun:))

Üzerine deniz tuzu olacak muhakkak sakın aman deniz tuzu yerine sofra tuzu koyayım demeyin, benim demişliğim var, iyi olmuyor;) Deniz tuzu yoksa koymasanız da olur...

Bir de yine süt tozu meselesi var.Bildiğiniz gibi daha önce süt tozu ile yoğurt yapmıştım. Bu ekmeğin içinde de var. Süt tozunun zararlı olduğunu söyleyen de oldu ama ben araştırdım biraz, ekmeğin besin değerini ve dayanıklılığını arttırıyormuş. Bir de hamurun kıvamını çok güzelleştiriyor bence. Fakat şöyle bir durum var, malesef Türkiyede aldığımız ürünün helal olup olmadığı çok da net olamayabiliyor. Süt tozunun içine de birşeyler karıştırdıklarını duymuştum. Burda bunu ayırd etmek kolay oluyor, Türkiye de almak isterseniz dikkat edin. Benim bildiğim, bazı aktarlarda var en doğalı...

Allah'ım kim derdi birgün adı Focaccia olan bir ekmek tarifi vereceğim???  :)






Focaccia için malzemeler;



Yapılışı:

Makinada yapıyorsanız;

Malzeme listesindeki sırasıyla eklemelerinizi yapın ve makinayı hamur programında çalıştırın. Eğer makinanızın pizza hamur programı varsa orda da çalıştırabilirsiniz.

Elde yapıyorsanız,
Önce sıvıları sonra diğer malzemeyi ekleyin ve hamurunuzu iyice yoğurun.

Hamur iki katına çıkınca;

Uygun bir tepsiyi yağlayarak hamurunuzu ellerinizle, hamur 1 cm kalınlığında olacak kadar genişletin. (Kitapta böyle diyordu ama ben bu şekilde yapınca iki ekmeğim çıktı, biri azıcık küçüktü)


Üzerine parmaklarınızla bastırdıktan sonra yarım saat dinlendirin.
Yarım saat sonra zeytinyağını fırça yardımıyla ekmeğin üzerine sürün, ardından fesleğen ve kekiği serpiştirin. (bence zeytinyağını sadece bir kaşık koyun fesleğen ve kekiki de bir tatlı kaşığı ekleyin, ben bir dahaki sefere öyle yapacağım inşallah.)
Önceden ısıtılmış 180 derece fırında üstü kızarana kadar pişirin.


Afiyet olsun, yaparsanız Rabbim ağız tadıyla yemek nasib etsin...
 
Bir de küçük not: Tariflerimi yapıp beğenen sevgili arkadaşlarım , yorumlarınızı buraya da yazsanız da boşluğa konuşuyor gibi olmasam:) Bazen kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyorum, iyi olmuyor...:)))

26 Haziran 2013 Çarşamba

Ben Sevdim: Osmanlı Tokadı

Bugün size yine minik bir tavsiye yazısı hazırladım.
Bir tv dizisi tavsiyesi.
Sanırım Türkiye'de yüzlerce dizi var artık kanallarda. Çok şükür bu konuda cahil sayılabilirim. Geçenlerde eşime bir arkadaşı bir diziden bahsetmiş. Biz de yemek yerken açıp bakalım nasıl birşeymiş dedik.. Şimdi her fırsatta açıp izlediğim bir dizi haline geldi. Pek sevdim gerçekten:)

Dizinin adı: Osmanlı Tokadı. Ben seviniyorum böyle dizileri görünce. Eskiden dini hiçbir ima bile olamazdı dizilerde. Toplumumuzun o tarafı hep görmezden gelinirdi. Hatta belki sadece yüzde beşlik kısmının yaşadığı hayat sanki herkesin hayatı gibi anlatılır ve ciddi de reyting alınırdı. Eminim hala vardır öyle diziler. Ama böylesine hem komedi, hem de hakikatlerle -üstelik çok sevimli bir şekilde- dolu olan bir dizinin varlığı bile mutlu etti beni. 
Hakikatlerle dolu derken, olaylardan bahsetmiyorum. Bahsettiğim arada verilen mesajlar.. Afedersiniz gözümüze sokuyor gibi değil de, mizahla, biraz da macerayla aktarılan hakikatler... Evet kabul, olaylar çok sıradışı. Ama vampir filmlerinin bile acayip beğeni topladığı bir dünyada yaşıyoruz biz:)

Bu dizi amiyane tabirle -çaktırmadan- mesaj veriyor:))

Dizi dediğin böyle olacak; ne acı dolu olaylarla 'eee yeter be' dedirtecek, ne de komedi diye oturup bir ton gariplik izlettirecek...

Bir kere Osmanlı var işin ucunda ya sevilmez mi hiç? Mehteri duyunca kalbi titreyen bir insanım ben, yüksek sesle eşlik eden... Tarihi çok seven ender sayısalcılardandım hep. 

Dizinin konusuna gelelim mi artık?

İki çok komik yeniçeri, Doğan Bey ve Şahin Bey, İstanbul'un fethinden birkaç gün önce, vazife yerlerini terk etmelerinden sebep, Akşamseddin hazretleri tarafından günümüze gönderilirler. Bu vazifeyi terkediş bile Uhuddaki yerini terkeden okçulara benzetiliyor mesela...
Günümüzde iki yeniçeri hayal edin bakalım, telefon nedir bilmez, araba nedir bilmez... Bu bilmezlikler de çok komik olmuş. Sonra bir bakarlar ki, kendi zamanlardındaki birçok insanın izdüşümü gibi birşey vardır bu zamanda da; hepsinin benzerleri... Ve bir amaç için gönderilmişlerdir günümüze, bir vazifeleri vardır: İstanbul'u içten yıkmak isteyenlerden kurtarmak... Yüzyıllardan içimizi kemiren düşmana da gönderme var yani, bizi kendimize yabancılaştıran.. Sultan olması gereken Fatihleri, kendi kimliğinin farkında olmayan, güzel olan neye ilgi duyuyorsa hepsini elinden alan, insanlığa küstüren, kaprisli hale getiren,herşeye lanet ettiren bir düşman.. Biri beni durdursun, yine kaptırdım kendimi:))

Senaryoyu yazan bir kere hem çok zeki, hem ciddi güzel bir mizah duygusu var, hem dini bilgisi yerinde, hem de tarih bilgisi çok iyi. 

Dizide Muhteşem Yüzyıl'a da gönderme yapıyorlar ki ben her seferinde gülmekten bir hal oluyorum. Dizide Gazanfer komser, dizinin adı bir şekilde her geçtiğinde, 'ben o diziyi izlemiyorum ama şehzade var bir tane ona haksızlık ediyorlar' gibi birşeyler söylüyor. Bir şekilde şehzadelerden bahsediyor yani. Aslında dizide çok daha komik ve altı çizilesi cümleler var da, bu aklıma ilk gelen oldu, çünkü Muhteşem Yüzyıl hakkında atıp tutan, izlemiyorum dediği halde izleyen o kadar çok insan var ki... Bu meseleyle bile -çaktırmadan- dalga geçilmiş. 

Dizi hakkında google da dolaştım biraz ve başrol oyuncularının, Fatih ve İstanbul'un, gerçek hayatta üç yıldır herkese örnek bir evliliği olduğunu öğrendim. Böyle olması da hoş geldi bana...:))

Velhasıl, ben daha altı bölüm izledim ama çok sevdim, çok eğlendim, size de tavsiye ediyorum. 







25 Haziran 2013 Salı

Namaz Serisi: Abdestinize Anlam Kazandırın.. (8)

 Namaz Serisi 1  2  3  4  5  6 7 8

Bu yazı namazın içine girmeden önceki son yazı olacak. Konumuz, abdest. Çok uzun bir yazı olmasın diye ben biraz kısalttım ama abdestle alakalı azıcık bir araştırma yapsanız ciddi ve önemli bilgiler elde eder ve onun ne kadar kıymetli olduğunu idrak edersiniz...

Hepimiz biliyoruz ki, abdest namaz için ön şartlardan biridir. Birçoğumuz da abdesti sadece bir araç olarak görür. Bazısı, 'abdestim tam olmazsa namazım olmaz, abdest de bu yüzden önemlidir' diye düşünür ama aslında abdest dediğimiz güzellik bundan çok daha fazlasıdır. Belki 10, belki 20, belki 30 yıl abdest alıp namaz kılmış olup da onun hayatımıza getirdiği güzelliklerin farkında olmamak ne acıdır... Abdestin de kendine ait sırlı güzellikleri vardır fakat bu sırların farkına varabilmek için önce niyetimizi şekillendirmeliyiz...

(Mesela bakın şu hadise nasıl da güzel anlatır abdestli olmanın kıymetini;

Re­sû­lul­lah Efendimiz bir gün Hz. Bilâl’e, “Yâ Bilâl, [Mirac Gecesi’nde] Ceb­rail’le birlikte cennete girerken arkamda ayak seslerini duydum. Cebrail’e, ‘Bu ayak sesleri kimindir?’ diye sordum. Cebrail bana, ‘Bilâl’indir.’ dedi. Sen hangi hayırlı işleri yapıyorsun ki bu dereceye vardın?” diye sordu. Hz. Bilâl şöyle de­di:

“Yâ Re­sû­lal­lah, farzları yerine getiriyorum. Bir de her zaman abdestli bulun­maya dikkat ediyorum.”)

(Ayrıca biliyoruz ki birçok alim zatın annesi, bebeği karnındayken abdestsiz ayaklarını yere basmadıklarını ifade etmiştir ki bu da abdestli olmanın önemini anlatmaya yeter...)

Niyet

Abdullah bin Mübarek hazretlerinini şöyle bir sözü var:

"Küçük zannedilen öyle ameller vardır ki, baştaki niyetten dolayı kıymet kazanmış ve büyük zannedilen öyle ammeller de vardır ki, baştaki niyetten dolayı küçülüp gitmiştir."

(Niyet konusu oldukça geniş ve önemli bir konu belki bunu daha sonra etraflıca konuşuruz)
Belki de abdest almakla alakalı değiştirmemiz gereken ilk şey, abdest aldığımızda ne kadar sevap kazandığımız meselesi.. ( yani abdestin be kadar kıymetli ve karlı olduğunu anlama meselesi)
Şimdi bazıları şöyle diyebilir; ' ben zaten abdesti bütün sünnetleriyle, suyu israf etmeden, söylemem gereken duaları okuyarak alıyorum'. Tabi ki bu çok anlamlı, anlamlı olduğu kadar önemli ama farkettiyseniz bu yaptıklarımızın hepsi abdestin dışında.
(ya gördük mü bakın yine kalb gerekiyor, abdestte de! İşin için de illa ki kalb olacak ve bunun için de farkındalık)
Ibn Al Kayyum hazretlerinin de dediği gibi kul küçük bir amel işler de,bu ameli Allah katında, büyük amel işleyen insana göre daha kıymetlidir çünkü kalbi de yaptığı işin içindedir, hâzırdır.
Şu hikayedeki gibi; adamın biri camini kapısında içeri giremeyen şeytanı görür. Caminin içine göz attığında da görür ki, adamın biri yerde uyuyordur diğeri de ayakta namaz kılmaktadır. Şeytana sorar: "Girmeni engelleyen şu namaz kılan adam mı?" Şeytan cevap verir:"Hayır, şu yerdeki." Nedenini sorunca da der ki, "çünkü onun kalbi de orda"...

Şimdi kendimize soralım: Abdest alırkenki niyetimiz ne?
(Evet ben de dedim ki; niyet ettim Allah rızası için namaz abdesti almaya diyoruz ya, namaza hazırlık yani...)
Birçoğumuz diyecek ki, namaza hazırlanma niyetiyle abdest alıyoruz.  Fakat ihtiyacımız olan birşey daha var; kalbimizi işin içine katmak ve oraya bir niyet daha eklemek -ki bu yaptığımız da sırf Allah için olsun.

Bu güzel amele bir niyet daha ekleyelim mi? Yaradılmışların en güzeli olan Resulullah'ın ﷺ sünnetini takip ediyor olmanın niyeti. Bu aldığımız abdesti olabilecek en güzel hale getirmeye yardımcı olacak ve yine hatıra O'nu ﷺ getirdiği için abdestimiz başka bir anlam daha kazanacak.
(Şimdi ben burda şu hadisi hatırlatmasam olur mu? Olmaaaazzz:)): "Ahir zamanda kim sünnetime temessük ederse ( sıkı sıkı yapışırsa ) yüz şehit sevabı kazanır"
E biz bu andesti günde kaç defa alıyoruz, o zaman tam da sünnete uygun alalım da gelsin sevaplar:))

Sünnete tam uyarak abdest aldığım günleri hatırlıyorum da, küçük bir ibriği ( jar kelimesini ibrik olarak çevirdim ama...:)) suyla doldururdum, abdestin sonuna kadar yettiğini görünce de aslında ne kadar az suya ihtiyacımız olduğunu farketmenin şaşkınlığını yaşardım.

(Bildiğiniz gibi abdest alırken fazla su harcarsak mekruh oluyor. Yani böyle bir güzelliği bile mekruha çevirebiliyoruz. Belki abdest aldığımız yere göze çarpacak bir not şeklinde bu meseleyi hatırlatıcı bir yazı asabiliriz. Arada bu yazıyı değiştirmezseniz (rengini, yazı stilini ya da yerini) gözünüz alışır da notu farketmezsiniz.)
Kalbimizi işin içine dahil etmek için hissiyatımıza eklememiz gereken son fikir de şu olabilir; abdest bizi günahlarımızın bazılarından kurtarır.

Peygamberimiz (s.a.s) buyuruyor ki:
“Müslüman kul, abdest alırken ağzına su verince ağzındaki günahlar çıkıp kaybolur, burnuna su verince burnunun günahları çıkıp kaybolur, yüzünü yıkayınca göz kapaklarının kenarlarına kadar yüzünün bütün günahları süzülüp gider. Ellerini yıkayınca tırnak altlarına kadar bütün ellerinin günahları süzülüp gider, başına su verince de kulak altlarına kadar başının bütün günahları süzülüp çıkar, ayaklarını yıkayınca da tırnak aralarına kadar ayaklarının bütün günahları süzülüp çıkar. Bundan sonra camiye kadar yürüyüp namaz kılması kendi için fazladan bir sevap olur.”

(Mahşer günü, mizanın başındasınız.. Sağ tarafta sevaplar, sol tarafta günahlar... Günahlar kaldırılıverse pek makbule geçecek ve belki en ufak bir günah temizliğine bile muhaç olacağız o gün... Rabbim merhametiyle muamele etsin)
(Hem şöyle düşünmek lazım; madem ki namaz benim için Rabbimle buluşma zamanı elbette ki bu buluşmaya giderken önce günahlarımdan temizlenmeliyim.
Düşünün ki, yeni bir kıyafet aldınız, önce yıkayıp sonra mı parfüm kullanırsınız yoksa önce parfüm sıkıp sonra mı yıkarsınız?)

Vesvese Problemi
Birçoğumuz biliyordur bu sorunu: tam abdest almış çıkarken, sağ kolunu yıkamadın, yüzünü bir kere yıkadın, dön bir daha al.. gibi düşünceler.

Eğer bu konu sizi her daim rahatsız ediyorsa yapmanız gereken şey, onu önemsememek. Yani ne kadar yıkamamış gibi hissetseniz de yıkadığınızı farz etmek. Namazda da aynısı geçerli. Yani bir insan sürekli üç rekat mı kıldım dört mü diye düşünüyorsa yapması gereken dört rekat kıldığını farz etmektir.
(Çünkü vesvese, kulun işini zorlaştırmak ve onu o amelden soğutmak için şeytanın çevirdiği bir dolaptır. Yapmak gereken şey, vesveseyi önemsememektir, Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi aynadaki yılan sadece görüntüdür, ısırmaz..)
Abdestten Sonra Okunacak Kıymetli Dualar

Peygamberimiz (s.a.s) buyuruyor ki:
  “Kim güzelce abdest aldıktan sonra gözünü göğe kaldırarak “eşhedü ellâilâhe illallahu vahdehû lâşerike lehû ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühû”derse istediğinden içeri girebileceği sekiz Cennet kapısı açılır.”

(Yaa, cennet kapılarında sıra beklemeye de gerek kalmasın diye yol göstermiş Yol Göstericilein En Güzeli :))

Ayrıca,

"Subhaneke Allahumme ve bi hamdik eşhedü en la ilahe illallahe ille ent estağfiruke ve etubu ileyk"

Abdestten sonra edilmesi tavsie edilen dualardan....

Ayrıca, abdest esnasında okunması tavsiye edilen dualar var ki, onunla alakalı burda gerekli bilgiyi bulabilirsiniz...
Rabbim abdest alırken kalbimizi de hâzır etsin inşallah... Amin


Konuyla ilgili diger yazılar için burayı tıklayabilirsiniz.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Berat Kandili Duasi; Belki Okuyup 'Amin' Demek Istersiniz...

Berat Kandiliniz mübarek olsun..
Kandille alakalı bilgi ya da hususiyet paylaşmak yerine sadece şu hadisi yazmak istiyorum:

"Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:

İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim.
Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.
Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."
(İbni Mâce, İkame, 191)

Sanırım bu müjde yeter önemini anlamak isteyene...
Rabbim "isteyin vereceğim" diyorsa gönülden isteyen seccadesine oturur o zaman...

Bu hafta hep dualardan gittik. Böyle bir dua gecesinde de duayla devam edelim mi? Hem duamız külliyet kesbetsin öyle değil mi? Belki daire büyüdükçe makbuliyet artar, belki biri 'Allah razı olsun' der de, Allah razı olur...

Allahümme Ya Ferd, Ya Hayy, Ya Kayyum, Ya Hakem, Ya Adl, Ya Kuddüs...
Sen, ayıpları ve çirkinleri bu dünyada örttüğü gibi ötede de örtecek olan Settar,
Sen, maddi hastalıklara şifa verdiğin gibi manevi hastalıklara da şifa verecek olan Şafi,
Sen, tevbeleri kabul eden Tevvab,
Dualara icabet eden Mucib'sin...

Bizler bu isimlerini Senden öğrendik ve bu isimlerinin hakkı için Sana yalvarıyoruz:

Dünyanın her yerinde, Senin Adınla yaşayan kardeşlerimizin müşküllerini hallet, ayaklarını, ayaklarımızı kaydırma...

Tüm dünyaya güzel günlerin gelmesi, insanlığın gerçek insanlığa ermesi adına ne sorumluluğumuz varsa hepsini yerine getirmemiz için bize yardım et...

Şimdiye kadar bilerek, bilmeyerek, kimseye bildirmeyerek işlediğimiz tüm günahlar için tek tek af dileniyoruz, bizi affet...

Bizleri Kuran-ı Kerim'i okuyup anlayanlardan, anlayıp uygulayanlardan olabilmeyi nasib eyle...

İbadetlerimize derinlik, bizlere de şuur nasib eyle....

Sahip olduğumuz tüm güzellikler, bildiğimiz tüm hakikatler.. Hepsi Senin lütfundur. Şimdiye kadar nasıl hak etmediğimiz halde verdiysen, bu nimetlerin devamını ötede de istiyoruz. Bizlere ötede de lütfunla muamele eyle...

Attığımız her adımda Sana yaklaştığımız, aldığımız her nefeste Seninle dolduğumuz bir ömür istiyoruz, lutfeyle...

Adını anarak Sana en yakın olduğumuz an can vermek istiyoruz, ölümümüzü de kolay eyle...

Öldükten, kabre konduktan sonra kabri cennet bahçelerine çevrilenlerden olmak istiyoruz, nasib eyle...

Tekrar dirilip mahşerde nereye gideceğimizi bilemezken, Efendimizin(sav) 'sen de bendensin, gel' deyip kevserine götürdüklerinden olmayı diliyoruz, nasib eyle...

Sırat köprüsünden geçerken sırat köprüsünün 'çabuk geç ateşimi söndürüyorsun' dediklerinden olma istiyoruz, lutfeyle...

Cennet'ul firsevsine girip, cemalini görmekle şereflenenlerden olmak istiyoruz, bizlere bunu da hediye eyle...

Bütün bunları kendimiz ve sevdiklerimiz için istiyoruz Allah'ım....

Bu yazıyı okuyan herkesin de gönüllerinden ne dualar geçiyorsa hayırlısıyla kabul eyle, sıkıntılarını gider Ya Rabbi...

Ve bu duaları da, bu yazıyı okuyan ve 'amin' diyen en ihlaslı kardeşim yüzü suyu hürmetine, katından geri çevirmediğin dualarla birlikte kabul eyle....

Amin....



20 Haziran 2013 Perşembe

Kopya Serbest:) ve Az Verip Çok Almak

Ruhlar aleminde var edilip dünyaya gönderilen insan denen kıymetli,en büyük vâr ediliş sebebi imtihan edilmek olsa da, aslında hiç yalnız bırakılmamakta....

Soruları ve cevapları bildiğimiz, sınav gözetmenimizin bize sürekli yardımcı olduğu bir imtihan bu:
Kopya çekmek serbest!
Arkadaşlarına sormak, 
Kitabı açıp bakmak,
Üst sınıflardan kopya almak,
Hatta hocadan yardım istemek sınav esnasında...
Hepsi serbest!

Tabi ki küçümsemiyorum dünya imtihanını ama demek istiyorum ki, zor da olsa rahmeti sonsuz olan Rabbimiz çok kolaylık da vermiş bize. Çok kolay alışverişler göndermiş...

Hani ben size birkaç gün önce parantezsizlikten, duanın Rabbimizle paylaşımlar yapmak olduğundan bahsettim ya, işte bugün de size daha somut adımlar gösterceğim, âcizane... Derdim birkaç kişinin kıymetli yakınlığa doğru bir adım daha atmasına vesile olmak, ama belki daha çok; nefsime buraya yazmış olmanın ağırlığıyla ders vermek.. Ders alırsa tabi, ders alıp da yazdıklarını kendi de uygularsa....

Velhasıl, ara ara tavsiye edilen istiğfar, salavat ve dualardan bahsedeceğim size. Birçoğunuz zaten biliyordur da, sahabe bile hatırlatıp iman tazeliyorsa, bu da hatırlatma olsun bilenler için....

İlki sabah duası olacak.. 

Hani şu ayetlerle anlatılır sabah ve akşam vaktinin kıymetliliği:


 “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an ve gafillerden olma.” (Araf, 7/205);

 “Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini medh ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün iki ucunda da tesbih et ki, Allah’ın hoşnutluğuna nâil olasın.” (Taha, 20/130);

 “(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu (öyle kimseler) tesbih eder ki; onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalblerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar” (Nur, 18/36,37);

 “Şimdi sen sabret. Çünkü Allah’ın va’di gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbih et” (Mümin, 24/55)

İşte bu da ilk değerli, müjdeli, kârlı hediyemiz olsun:


اَللّهُمَّ أَنْتَ رَبِّي لا إِلَهَ إِلا أَنْتَ خَلَقْتَنِي وَأَنَا عَبْدُكَ وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ، أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَيَّ وَأَبُوءُ لَكَ بِذَنْبِي، فَاغْفِرْ لِي فَإِنَّهُ لا يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلا أَنْتَ.      


Allahım, Sen, benim Rabbimsin; Senden başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın; ben, Senin kulunum ve gücüm yettiğince Sana olan ahdime ve vaadime bağlıyım. İşlediklerimin (kötülüklerin) şerrinden Sana sığınırım. Üzerimdeki nimetlerini itiraf eder; günahlarımı da ikrar ederim. Beni bağışla. Zira günahları bağışlayan ancak Sensin.   


İzah: Bu duayı Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kutlu sözlerinde ”Seyyidü’l İstiğfar” diye isimlendirmiştir. Binaenaleyh bu dua için ‘Cenab-ı Tevvâb ü Rahîm’den mağfiret dilenirken söylenebilecek en güzel sözleri muhtevî duadır’, denilebilir. Ayrıca Efendimiz (aleyhi ekmelü’t- tehâyâ) bu duayı okuyanlara şöyle bir müjde veriyor: “Kim inanarak bu duayı gündüz (sabah) okur, o gün akşama varmadan da kendisine hak vâkî olursa, o kimse ehl-i cennetten olur. Her kim de inanarak gece (akşam) okur da, sabaha ulaşmadan ölürse o kimse cennet ehlinden olur.”

(Sahîh-i Buharî, Deavât, 5831; Sünen-i Nesâî, İstiâze, 5427; Sünen-i Ahmed, Müsned-i Şamiyyîn, 16488)

Kârlı alışveriş derken bundan bahsediyordum işte: Hergün bir cümle söyle, o gün ölürsen cennete gir... :)

Rahmeti, hediyesi, desteği bol, kulum gelse, dua etse, tevbe etse de affetsem diye bekleyen Rabbimiz, bizlere attığımız her adımda Sana yaklaştığımız bir ömür nasib eyle... Eyle ki, canımızı teslim ettiğimiz an Sana en yakın olduğumuz an olsun....

Aklınıza gelirsem benim için de dua ederek, paylaşımlarınıza  beni de ortak edin olur mu?

...

Ezberledim diye not düşüverseniz ne mutlu olurum:))



                                 

18 Haziran 2013 Salı

Hızır Yemek: Fırında Mantarlı Tavuk

Artık bloğuma öyle alıştım ki, birkaç gün yazamasam birşeyler eksikmiş gibi geliyor. Son zamanlarda farklı yoğunluklarım var. Üstüne bir de hastalık eklenince, biraz uzak kaldım buralardan... Şu anda yanımda peçeteler, bir gözüm yatakta kızım uyuyorken ben de uyusam diyorum ama bir tarafım 20 dk ayırıp bu postu hazırlamam gerektiğini söylüyor ve ben de o tarafı dinliyorum:)


Bugün sizlere uzun zamandır vermeyi planladığım bir tariften bahsedeceğim:


İsmini ben koydum; Hızır yemek:)


Çünkü bu yemek tam zorda kaldığınızda sizi kurtaracak, hatta zorda kalmasanız da zevkle yapabileceğiniz bir yemek. Sonu Allah'ın izniyle garanti olduğundan ve yapımı da pek kolay olduğundan, misafir geleceğinde korkmadan yapabileceğiniz bir yemek olması hasebiyle ismini Hızır yemek koydum;)


Sevgili ablamın tarifi bu... İlk öğrendiğimde İtalyan usülü tavuk yemeği demişti. Gerçekten öyle mi bilmem, bildiğimse bu yemeğin hem benim hem de ablam için kurtarıcı yemek olduğu.. Gerçi canım ablamın mutfakta kurtarılmaya pek ihtiyacı yoktur, istedi mi döktürür ama ben bu yemek vesilesiyle çok yemek davetini rahatlıkla atlattım. 


Denerseniz ne demek istediğimi anlarsınız inşallah.


Bu tarifi mutfakta yemek yaparken hala stres yaşayan tüm acemi hanımlara, özellikle yeni gelinlere ithaf ediyorum;)


Malzemeler:


2 tavuk göğsü

1 paket mantar

2 kırmızı biber (kapya deyince fiyakalı oluyor ya onlardan:))

1,5 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri

1 kutu krema ( benim krema bulamadığımda sütün içine bir iki kaşık krem peynir karıştırıp eklemişliğim, hatta krem peynir bulamayınca da sırf süt eklemişliğim var, çok da bir fark olmuyor ama tabi kremanız varsa onu kullanın..:))

Sıvıyağ

Tuz

Kekik

Kimyon


Yapılışı:


Tavuğu iyice yumuşayana kadar haşlayın. ( ben haşlarken içine defne yaprağı, kekik ve tabi ki tuz ekliyorum)

Tavuklar haşlanırken, az sıvıyağda mantarları bıraktıkları suyu çekene kadar soteleyin. Suyunu çekerken kimyon ve tuz atın.

Uzun uzun (bunun fiyakalı adı da jülyen:)) doğradığınız biberleri de ayrıca soteleyin.

Tavukları uzun uzun didikleyip fırın kabınıza koyun. 

Ardından mantar ve biberleri de ekleyin. 

Kaşarın bir bardağını ve kremasını ekledikten sonra tuz ayarını yapıp üzerine de kalan yarım bardak kaşarı serpiştirin ve fırında kaşarlar eriyene kadar pişirin. 


Sonra da şükretmeyi unutmadan yiyin:))


Mımmmm (evet bu da lezzetin sesi:))


Gerçekten gösterişli ve lezzetli oluyor. 


Annemim bu ve benzeri yemekler için yorumunu söyleyerek istirahat etmeye gidiyorum:


' Bu kadar malzemeyi bana koysan ben de güzel olurum' :)))


Canım annem benim, sen zaten güzelsin:)


Allah'a emanet, görüşmek üzere;)))



                                   

                                 

15 Haziran 2013 Cumartesi

Parantezsizlik...

Her insan korkar mı yanlış anlaşılmaktan? 
Konuşurken açıklama yapma isteği bütün insanlarda var mıdır? 
Hele ki derdimizi anlatıyorsak nasıl da açıklamalar yaparız, öyle değil mi? 
'Böyle olduğundan şöyle oldu, şöyle olduğundan da böyle...'
Eğer bir de suçluysak bilemeyiz nasıl ikna edeceğimizi, açıklamaları dizeriz arka arkaya, bahane uydurduğumuzu hissetmesin diye ordan burdan laf getiririz....

Parantezler açarız yani, yetmeyen cümlelere...
Dipnotlar düşeriz sayfa altlarına...

Bitmez anlatmalarımız, nefsimiz için olan avukatlığımız...

Parantez lazım insaoğluna, açıklamalar yapsın karşıdaki bizi yanlış anlamasın diye.....

Ben sevmiyorum parantezleri.. Açıklma yapmasam, ben anlatmadan bilse, beni gerçekten anlasa, söylediklerimi zaten biliyor olsa, kalbimdekilerden, hem de benim bile habersiz olduklarımdan haberdar olsa...

Ve ben ona gittiğimde kelimelerin yükünden kurtulsam...

Biliyorum anladınız demek istediğimi, dua etmekten bahsediyorum...

Parantezsiz konuşabildiğim, en yakınım, en gerçek dostum, anlatacaklarımı zaten bildiği gibi, istediğim herşeyi -bana gerçekten lazımsa- verebilecek olandan bahsediyorum...

Kabir azabından korunmamız için her akşam okumamız tavsiye edilen Mülk suresinde ne buyuruluyor bakın:

“13 – Sözünüzü ister içinizde gizleyin, ister açığa vurun, hepsi birdir. Zira Allah gönüllerin künhünü dahi bilir.
14 – O yarattığı mahlûkunu hiç bilmez olur mu?
(İlmi herşeye nüfuz eden, herşeyden haberi olan) latîf ve habîr O’dur.”

Ben çok seviyorum bu ayeti. Bir yerde de bu ayetle edilen duanın makbuliyetinin fazla olduğunu okumuştum.

Herşeyi zaten biliyor!

Ne diyor Mektubatta:

"Dua eden adam anlar ki, Birisi var onun hatırat-ı kalbini işitir"

Ve bunun için dua edilir. O'nunla konuşmak için...

Bizim elimizi kaldırıyor oluşumu O'nun bize 'buyur kulum' demesindendir zaten...

Başka bir ayet:" Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var"

Çok ciddi bir söz bu aslında. İsterseniz tersten bakalım:

Duan yoksa önemsizsin. Namazı bitirip elini kaldırmadan seccadeni topluyorsan mesela... Gece yatıp sabaha kadar uyuyorsan ya da... En kıymetli zamanları kaçırıyorsan yani, O'nunla paylaşmıyorsan.... Ehemmiyetsizsin!

Neden bu kadar önemli peki? 

Dua eden adam acizliğini kabul etmiş demektir.  Dua eder çünkü ihtiyaç hisseder, bu his de acizliğini kabul edince gelir... Secde bu yüzden Yaradana en yakın yerdir; aciz olduğumuz, küçülebildiğimiz kadar küçüldüğümüz için... Ve bu yüzden de kıymetlidir namaz... İçinde 80 kere secde olduğu için...

Yine tersten bakalım mı? 

Dua etmeyen, ihtiyaç hissetmiyor demektir, ihtiyaç hissetmeyen kendini büyük gören demektir, kendini büyük görende hakim duygu kibirdir ve kibir; şeytanı şeytan yapmıştır!

Çok matematiksel bir anlatım oldu ama öyle matıklı gerçekler ki bunlar... 

Yine bir alim sözü:

"Bir kul helak edilecekse kalbinden önce dua etme isteği alınır"

Ellerimizi kaldırmadan kalkmayalım seccadeden...

Unutmayın, parantezlere ihtiyacınız yok:)