Sayfalar

27 Ekim 2013 Pazar

Apple'a, Google'a Emanet...

Bugün Pazar... 
Hava çok güzel, tam dışarı çıkıp gezmelik..
Türkiye'de artık soğumuştur havalar da, burda tam dışarı zamanları, sıcaklar bitti havalar normale döndü.

Ama inadına bir sessizlik var her yerde... Sitedeki park yerleri dolu, arabalar yerinde. Tamam insanlar evlerinde aileleriyle birgün geçirsin de, bu çocuklar nerde? Dışarı çıkıp top oynasalar, atlayıp zıplasalar, saklambaç falan oynasalar... Hadi bu oyunları geçtim sitenin oyun parkı da boş!

Amerika'ya ilk geldiğimde dikkatimi en çok şu iki şey çekmişti;

1.Bu insanlar neden bu kadar yavaşşşş?

Markete gidip de kasada beklerken fenalık geçirmiştim kasiyerin yavaşlığı ve rahatlığı karşısında. Türkiye'de olsa bir huzursuzlanma bir stres olur kuyruktaki insanlarda ama yok.. Burda rahat herkes..
Mesela otobüse binerdim. Normalde Türkiye'de geleceğin yere yaklaşınca ayağa kalakarsın ya burda öyle değil, otobüs durunca kalkıyor yerinden yavaş yavaş ilerliyorsun. Aşağıda binecek olan sakin sakin bekliyor öbürü de sakin sakin iniyor...

Sanırım bizim gibi stresli bir hayatları olmadığından böyle...

2. Bu insanlar nerde? 
Herkesin arabası var, arabalar ucuz, benzin ucuz... Bir köpeğini gezdirenler var dışarda, bir de koşu yapmaya çıkanlar...

Tamam da çocuklar nerde... Doğa bu kadar güzelken, bu kadar yeşillik, park varken nerde oynuyorlar? O zamanlar yaşadığım yere iyi kar yağmıştı kışın. Düşünün kar oynamaya bile çıkmadı çocuklar... 

Biz delirirdik kar görünce... Karda ayak izleri yapmak, yuvarlanmak....

Nerde bu çocuklar?

Cevap acıklı biraz; herkes bilgisayarının, iphone'unun, ipad'inin daha bir sürü elektronik düşmanın başında....

Türkiye'de farklı mı durum? Sanmıyorum,.. Malesef Türkiye'de de çocuklar çok erken öğreniyorlar bu sanal dünyayı..



Kızımdan biliyorum ben daha iki yaşında bile değil ve ben oyalamak için eline hiç telefon vermediğim halde aylar öncesinden öğrendi telefonun birçok özelliğini. Baktım en iyi oyuncağı ipad olmak üzere, kaldırdım ipad'i. Sadece kızım uyurken ortaya çıkarıyorum. Ipad yok sanıyor artık...(artık blog yazamıyor olmamın bir sebebi de bu. Eskiden dışarda oynatırken bir kenarda yazı yazardım)  Telefonda da oyun namına birşey yok zaten de youtube u bile sildim. İlgisini çekecek birşey bulamasın da oyalanmasın diye.. Fotoğraflara bakıp çıkıyor sadece. 
Hadi şimdilik kendimce çözümler buluyorum da, büyüdükçe zorlaşacak biliyorum. 

Altın nesil, asosyalleşiyor, sanallaşıyor, beyinleri ölüyor dikkatimize....
Hayallerimizi, neslimizi, geleceğimizi google'a, apple'a emanet etmiş durumdayız ne olacak bilmiyorum. 

Bence uzman birileri, toplantılar yapıp çözümler alternatifler üretmeli, kafa yormalı bu soruna....

11 Ekim 2013 Cuma

Çok Sevdiğim Bir Yazı: İsmail'ini Kurban Et!

Osman Şimşek Bey'in bu yazısını uzun yıllar önce okumuştum, çok anlamlı geldiği için sizinle de paylaşmak istedim...


İsmail'ini Kurban Et!..
“Gözünün nurunu Allah’a kurban et!...”
Bu emrin muhatabı, şefkatli bir peygamber ve merhametli bir baba olan Hazret-i İbrahim aleyhisselam’dı. Gördüğü bir rüyada, senelerce önce, oğlu olursa onu Hakk’a kurban edeceğine dair söz verdiği hatırlatılıyor ve bu va’dini yerine getirmesi isteniyordu.
“İbrâhîm” Nebî, isminin menşei olarak rivayet edilen "ebün rahîm" terkibinden de anlaşılacağı üzere, “çok merhametli, müşfik, yufka yürekli bir baba”ydı. Kalbi öylesine rakîk idi ki, Cenab-ı Hak onu vasfederken, “İbrahim, gerçekten çok içli, duygulu, müsamahalı, yumuşak kalbli ve kendini Allah'a adamış bir kimse idi.” buyuruyordu. Hep âh ü enîn eden, çok gözyaşı döken, merhameti engin, sevgisi ve şefkati sonsuz resûle, “İsmail’ini kurban et!..” deniliyordu.
Koca bir yüzyılı sıkıntılarla geçirmiş, tevhidin müezzinliğini yapıp şirk sütunlarını bir bir devirmiş; kendisinden sonra insanlara yol gösterecek hayırlı bir vâris, göz aydınlığı olacak salih bir çocuk istemiş; beklemiş, beklemiş.. artık yaşlanmış, saçı sakalı ağarmış ve nihayet hayatının semeresini, insanlık ağacının “asıl meyve”sine dâyelik edecek mübarek tohumu bulmuş bir baba ile yeni açmış tomurcuk bir oğul…
Öyle bir oğul ki; babası onun gelişini yüz yıl beklemiş, o ise babasının hiç beklemediği bir anda gelmiş; gelmiş ve İbrahim’in can delikanlısı, hayatının neş’esi, aşk, umut ve zevk aşısı kutlu bir fidan oluvermiş.
“İbrahim! Bıçağı oğlunun boğazına daya ve onu kendi ellerinle kurban et!”
İşte, Allah’ın Halil’i bu mesajın şokuyla belki hayatında ilk defa korkmuş, ürpermiş.. Hangisini seçersin ey İbrahim?
Esareti mi, kurtuluşu mu? Hevesi mi, bilinci mi? Bağlılığı mı, mesajı mı? Babalığı mı, peygamberliği mi? Babalık şefkatini mi, nebîlik ciddiyetini mi? İsmaili mi, Rabbini mi?
Seç ey ibrahim!..
Biricik gönül meyveni, ciğer pâreni, ilgi, merak ve zevklerinin odağı yaşama bahaneni, -dünya cihetiyle- seni hayata bağlayan ve bu diyarda tutan her şeyi. .. oğlunu, hayır, doğrusu İsmail’ini: Kurbanlık bir koyun gibi tut, yere yatır.. ve kes şah damarını..
Yürek yakan bir hal, göz yaşartan bir sahne.. Babada rüyayı anlatacak derman kalmamış. Ruhunun inleyişlerini terennüm edecek solukları dahi tükenmiş. “Ben seni kurban etmekle emrolundum” demenin hayali bile onu titretmekte. Durumu anlatmak için defalarca niyetlenir, “İsmail” der, durur; biraz bekler, tekrar cesaretlenir, bir kere daha yavrusuna hitap eder, yine gerisini getiremez. Ama sonunda kalbini Allah’a ısmarlar, canını dişine takar ve hızla söyler:
“Evladım, rüyamda seni kurban etmek üzere olduğumu, boğazlamaya giriştiğimi gördüm, sen ne dersin bu işe!?.”
İsmail durumu anlar. Babasının rikkatli yüzüne sevgiyle bakar, yufka yüreğine canı yanar, teselli eder onu: “Babacığım! Hiç düşünüp çekinme, Hakk’ın buyruğunu yerine getirmekte tereddüte düşme. Teslim ol Rabbine, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. İnşaallah, benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!” der.
Canını Allah yolunda vermek üzere boynunu uzatabilen bir yiğit...
İtaatteki inceliği kavrayan ve Cânan uğruna kurban olmayı temsil eden tevhid delikanlısı.. İsmail.
Hakkı kabullenme noktasında öyle yumuşak ve öyle uslu duruyor ki, sanki 12 yaşında bir genç değil, “pek sabırlı bir kurban”.
Kalbi rikkat ve şefkatle çarpan Halil, önce aşkın ruha kazandırdığı gücü kullanarak kendi içinde kendini öldürür, kendi can damarını keser. İçi kendi benliğinden boşalınca, gönlü bütünüyle Allah’la dolar. O artık sadece “Hû” ile soluklanan bir canlı haline gelir.
İşte her ikisi de Yaratan’ın emrine teslim.. İbrahim oğlunu şakağı üzere yere yatırır; çabuk ve rahat kessin de cancağızına çok acı çektirmesin diye önce elindeki bıçağı biler, onu taşa çalar.. tamam, taş dahi iki parça..
Ama hayret, taşı parçalayan bıçak, pek narin bir boğaza işlemiyor..
Bu bıçak kesmiyor…
Ve bir koyun, bir de mesaj:
“Ey İbrahim! Sen rüyana sadık kalıp onun gereğini yerine getirdin, vazifeni eda ettin; Allah da İsmail yerine kurban edesin diye bu koyunu gönderdi. İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri, ihsan ehlini!”
Evet, Allah Teâlâ hiçbir zaman İsmail(ler)in kanını murad buyurmadı; O’nun kurbana asla ihtiyacı olmadı. Kesilen kurbanlıklardan maksat onların eti ve kanı da değildi. Her yerde ve her zaman sözkonusu olan insanların maddî-mânevi ihtiyacıydı. Rahmân u Rahîm, İbrahim’i “İsmail’i kurban etme doruğu”na çıkardı; ama İsmail’i kurban ettirmeden zirveyi fethettirdi. İbrahim’in torunlarından da et ve kan değil, niyetlerinde hulûs ve takva istedi.
Şimdi sen, ey bu devrin İbrahimi.. bugün de sen “kurban” emrine muhatapsın.
Senin İsmail’in kim veya ne?
Makamın mı, şerefin mi, konumun mu, kariyerin mi, yavuklun mu? Paran, evin, bahçen, bilgin, mesleğin, gençliğin ya da güzelliğin mi? Yoksa, nefsin, enâniyetin, benliğin mi?
Söyledim ya sana; İbrahim için İsmail yalnızca bir babanın oğlu demek değildi: 
Izdıraplarla geçen bir ömrün mürüvveti, acılarla dolu bir asrın mükafatı, çileli bir hayatın meyvesi, yaşlı bir babanın sevinç vesilesi, yüzyıllar sonra gelecek Medine Gülü’nün tomurcuğu, bir peygamberin nübüvvetle şereflendirilecek güzîde mahdumuydu. İbrahim’in “İsmail”i oğluydu; o oğlunu kurban etti.
Senin İsmail’in belki “kendin”, belki “ailen”, mesleğin, servetin, onurun.. İsmail namındaki sevgin, canın, aşın, maaşın...
Seni faziletli, saygın ve hürmet edilen biri yapacağına inandığın, onu elde etmek ya da yitirmemek için bütün iyilik ve güzelliklerden geçmeyi dahi göze aldığın gönlünün yongası.. işte senin İsmail’in. O bir şahıs da olabilir, bir mal da.. bir konum, bir durum, hatta bir “zayıf nokta” da.
Bırak tereddüt, te’vil ve yorumlarla oyalanmayı. Sorumluluktan kaçış yeter, kendini mesul tut. Nefisini, öz canını kurban etmeye ruhunu hazırla ki, bütün İsmailler kurtulsun. İsmailler yerine “ben”i kes.
Ey nefsim,
Gel, sen de kurban et beklentilerini, dünyevî taleplerini ve Cânan’a götürmeyen, O’nu hatırlatmayan her şeyi. Hazreti İbrahim vazife mesuliyetini babalık şefkatine tercih etti; sen de dava düşünceni bütün beklentilerinin önüne geçir; arzularını mefkûrene kurban ver; yoksa fedakarlıktan, O’nun yoluna kurban olmaktan bahis açma lütfen.
ALINTIDIR

5 Ekim 2013 Cumartesi

Küçük Bir Safariye Ne Dersiniz: Busch Gardens, Florida (1)

Uzun zaman oldu bir gezi yazısı yazmayalı. Bugün ne yapıp edip fotoğrafları toparlamak ve yazıyı yazmak için azm-ü cezm-i gasd eyledim:) Bakalım küçük hanım uyanmazsa bitiririm inşallah...

Busch Gardens şehrin ortasında bambaşka bir dünya olarak kurulmuş, her ne kadar ilk başta çok pahalı gelse de, imkanınız varsa kesinlikle gidilmesi gezilmesi gereken, asla bir güne sığdırılamayacak ve ne olursa olsun yazın sıcak günlerinde değil de ılık kış günlerinde gezmenin tercih edilmesi gereken kocamaaaaan bir park. Biletinizi yıllık alırsanız çok daha uygun fiyata geldiğinden, bir kere alınca mutlaka bir daha gitmeliyim o kadar para verdim psikolojisinden kurtulamadığınız değişik bir yer:)

Bizim kız daha küçük tam tadını çıkaramasak da, bizim için de yapılacak çok şey var ama hele 3-4 yaş çocuklar için müthiş eğlenceler, küçük havuzlar, kukla gösterileri.. Daha neler neler var..

Roller coaster'ların tam Türkçe karşılığını bipmiyorum hani şu devasa lunapark aletleri.. Sizi ters döndüren müthiş hızlandıran, 'Allahım canımı burda almaaa' diye çığlık attıran heyecan mekanları.... Parkın bu kısmını başka bir postta anlatacağım inşallah. Bugün sadece bazı çevresel güzelliklerinden, teleferik ve trenle yaptığımız safariden çektiğim fotoğrafları koyacağım. Hayvanlara doğal ortam oluşturduklarını iddia eden Amerikalılar gerçekten şehrin ortasına Afrika kurmuşlar ama tabi bir de hayvanlara sormak lazım:) sonuçta illa ki kendi doğal ortamlarında değiller. Kimbilir nelerden yoksunlar...

Öncelikle doğal güzelliklerinden başlayalım. Annemin 'şunlara bak biz bu çiçekleri saksıda yetiştiriyoruzzz' (sanırım parktan çıkana kadar on beş defa demiştir bu cümleyi) deyip durduğu müthis çiçekler, orman yolları, etraftan gelen hayvan sesleri, hatta belki biraz gerçekçi olsun diye belki etrafa bırakılmış hayvan kemikleri, kafataslarıyla gerçekten çok güzel bir düzenlemesi var parkın.

Öncelikle bu haritayı elinize alıyorsunuz ve müthiş hesaplamalarla kaybolmamaya çalışıyorsunuz..
Farkedeceğiniz üzere her atraksiyonun olduğu yere bir Afrika ülkesinin ismi verilmiş...








 


 



Şimdi gelelim etraftaki hayvancıkların fotoğraflarına.. Bu bir derleme yazı olduğu için dağınık şekilde olan fotoğrafları toparlamak oldukça zor oldu ve eminim ki kıyıda köşede daha bir sürü fotoğraf var ama onları toparlamayı beklersem bu yazıyı hiç tamamlayamayacağım deyip bulduklarımı ekledim...

Bu timsah sizce de sırıtmıyor mu?:)


Sevgili pisicikler:)



 


 

Aslan da vardı ama fotoğrafını bulamadım bir türlü.



 

  


 





 


 

Bu kangruları sevebiliyorsunuz çok alışmışlar...
 

Birçok hayvanı ziyaretetmeden önce bu yaprakdan heykellerini görüyorsunuz, gerçekten güzel yapmışlar bunları.


Bayılıyorum ben bu flamingolara. Hele bir de hep birlikte sağa sola gidişleri vardı ki, dans eder gibi...


 
 
   


Sıcaktan bunalınca bu püsküren suların altında biraz rahatlıyorsunuz..

Çok güzel kuşlar vardı, bunlar bazıları:



 


 


 


 Kuş bahçesine girip kuşlara yem verebiliyorsunuz.. Kuşlar her yerinize konabiliyor tabi bu esnada. Mesela kızımın kafasına konmuştu:)



 
 



 
 Bu fotoğraflarda da cheetah ın mekanını göreceksiniz. Mısır'a benzettikleri bu ilginç yerde hayvanla iilgili bilgi veren dokunmatik ekranlar var. 



  


 


 

Şimdilik bu kadar yetsin, fotoğrafları toparlayınca bir post daha hazırlarım inşallah.